33 gazeteci hapiste, yüzlercesi yargı önünde
21 Mart 2016Gazeteci Nedim Şener, 6 Mart 2011 günü cezaevine girdiğinde büyük bir şok yaşadığını anlatıyor:
“Çünkü, hukuka olan güvenim tamamen sıfırlandı. Polis gözaltına aldığı zaman, ‘Tamam bu adaletsiz. Ama sonuçta hukuk var, bu işleyecektir’ diye düşünüyordum. Cezaevine götürdükleri zaman anladım. Dedim ki, bu ülkede hukuk falan kalmamış. Beni asıl dramatik olarak sarsan unsur buydu.”
Köşe yazarlığı yaptığı Posta gazetesinin Mecidiyeköy’deki binasında sorularımızı yanıtlayan Şener, Ergenekon davası nedeniyle bir yıldan uzun süre, 375 gün tutuklu yargılandı, hapis yattı. Kendisiyle birlikte cezaevinde yatan gazeteci Ahmet Şık ile eski polis müdürü Hanefi Avcı’nın kitaplarını yazmak, basımlarına yardım etmek ve terör örgütüne yardım ve yataklık yapmakla suçlandığı davada, halen 15 yıl hapis istemiyle yargılanıyor.
"Gazetecilikten değil"
İktidara göre, Şener gazetecilik faaliyeti nedeniyle yargılanmıyordu, hapse bu yüzden girmedi. Aynı görüşe göre, şu anda cezaevinde bulunan gazetecilerin hiçbiri gazetecilik nedeniyle hapiste değil.
Gerçekten de, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) internet sitesindeki 33 kişilik hapisteki gazeteciler listesine bakınca, tutuklu ya da hükümlü gazetecilerin hiçbirinin iddianamesinde gazetecilikten ötürü suçlandıkları ya da mahkum edildikleri yazmıyor.
Hakkında iddianame hazırlanmamış 5 kişi dışındakilerin tamamı, çeşitli terör örgütlerine üye olmak ya da yardım etmek, propogandasını yapmakla suçlanıyor. Bunlardan 3'ü, yargılanmalarına önümüzdeki cuma günü başlanacak Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül hakkında istendiği gibi, müebbet hapis cezalarına çarptırılmış.
Gürsel: Davalar tamamen siyasi
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Kadri Gürsel, bu kişilere açılmış davaların tamamen siyasi olduğu ve hiçbir hukuki zemine dayanmadığı görüşünde.
Gürsel, TGS listesindeki kişilerin gazeteci olduğu konusunda herhangi bir kuşkuları olmadığının altını çiziyor. Telefonda sorularımızı yanıtlarken, önemli olanın, bu kişilerin gazetecilik kıstaslarını yerine getirip getirmediği olduğunu söylüyor:
“Kıstas, ölçüt, kişinin ajandası ne olursa olsun, bu ajandası doğrultusunda doğru ve düzgün gazetecilik yapıp yapmadığıdır. Bir gazeteci kendisini Kürt hareketine yakın hissedebilir. Bir gazeteci kendisini İslamcılığa yakın hissedebilir. Bu bir çevre ajandası, kadın ajandası ya da başka bir ajanda da olabilir. Önemli olan gazeteciliğin temel ilkelerine riayet edip etmediğidir. Biz buna bakarız.”
IPI temsilcisi Gürsel, Türkiye’de gazeteciliğin kriminalize edildiğini, gazetecilik faaliyetinin suçlaştırıldığını, suça indirgendiğini söylüyor.
“En son, Can Dündar ve Erdem Gül’ün başına gelenler de böyleydi. Temel ve esas bir gazetecilik faaliyetiydi yaptıkları. Ama, haberin haber olup olmadığına bakmadan, haberin kimin siyasi menfaatine hizmet ettiği mülahazası üzerinden hüküm kuruyorlar kafalarında” diyor.
Amerikan merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’un 2015 raporuna göre, Türkiye, basının özgür olmadığı ülkeler kategorisinde.
180 ülke arasında 149'uncu
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2015 yılı verilerine göre ise Türkiye, basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 149’uncu sırada; Nijer, Liberya, Zambiya ve Mali gibi Afrika ülkelerinin gerisinde.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu, bunun gerekçesini şöyle anlatıyor:
“Gazetecilere yönelik fiziki ve yargısal baskılar bir türlü durdurulamadığı gibi, buna hızlı bir şekilde Cumhurbaşkanına hakaret ve Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinden açılan sistematik davalar eklenince ve üzerine editoryal bağımsızlık ve medya patronlarına yönelik baskılar, otosansüre itme gibi unsurlar da eklenince, Türkiye’de medya atmosferinin tümüyle bozulma gösterdiğini görüyoruz.”
Önderoğlu, Türkiye’de, tazminat talep edilen davalar bir yana, yalnızca ceza davalarından yargılanan gazetecilerin sayısının binlerle ifade edilebileceğini söylüyor: “Ben Türkiye’de yerel medya dahil olmak üzere, ceza kanunu kapsamında yargılanan gazeteci sayısının 1000’in üzerinde olduğunu rahatlıkla tahmin edebilirim. Şu anda davalarını yoğun biçimde takip ettiğimiz İstanbul merkezli davaların sayısı, birkaç yüz. Ama, Türkiye genelinde ceza kanunu kapsamında yargılanan gazeteci sayısı birkaç bin çıkarsa, hiçbir şekilde şaşırmam.”
Erdoğan'a hakaret davalarında patlama
TGS Başkanı Uğur Güç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaretten açılan davaların önemli oranda arttığına dikkat çekiyor: “Abdullah Gül zamanında bin 359 hakaret davası açılması için talep olmuş. Bunun 545’i kabul edilmiş, yani dava görülmüş. Hiç kimse tutuklanmamış Gül’e hakaretten. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaretten 7 ay içinde, 2'si karikatürist 21 gazeteci, toplam 21 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmış. Bu cezalar 2 yıldan az olduğu için mahkemeler tarafından ertelendi. Ancak, bu veriler burada yapılanın siyasi bir baskı olduğunu belirtiyor.”
TGS’nin Cağaloğlu’ndaki merkezinde DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Güç, medya kuruluşlarına kayyum atanmasının yeni bir tür baskı aracı olduğunu söylüyor: “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir gibi, İpek Medya Grubu’na el konulunca, Zaman’a da el konulacağını herkes biliyordu. Ve Zaman'dan sonra başka gazetelere de el konulabilecek bir yol açtıkları da belli zaten.”
TGS Başkanı Uğur Güç’e göre, bugün bunun karşısında durabilecek en büyük güç, sendikal örgütlenme. Güç, “Editoryal bağımsızlığın garanti altına alındığı bir toplu sözleşmeyle, kayyum gelse bile, hem yayın politikası, hem de çalışanların özlük hakları güvence altında kalmış olur. Aksi durumda, gazetecilerin greve gitme hakkı olur. Sendikal örgütlenmenin en önemli olduğu dönemlerden birindeyiz aslında” diyor.
Şener: Gerçeği hapsedemezler
Gazeteci Nedim Şener, gazetecilerin tutuklu yargılanarak cezaevlerine koyulmalarının bir tür “cezaya çarptırılmadan cezalandırma” olduğu görüşünde. Şener, tutuklu yargılandığı süreçte cezaevinde kalması ve kendisine hükümlü mahkumlarla aynı koşulların dayatılmasını buna örnek olarak gösteriyor.
Şener, gazetecileri hapse atmanın esas amacının karartma uygulamak olduğunu söylüyor: “Beni tutuklarken amaçları, gazeteci Hrant Dink cinayetini karartmak istemeleriydi. Ancak, soruşturmalar, dosyalar yeniden açılınca, polislerin açtığı davalarda sanık olarak yargılanan bir kişi olarak ben, tanık sıfatıyla aynı davalara çağırıldım. Şimdi, o iddianameyi okuduğunuz zaman, benim yazdığım kitaplardaki gerçeklerin iddianameye dönüştüğünü net olarak görebiliyorsunuz. Bu bir anlamda benim zaferim, onların da ağır yenilgisi. Bana dava açan polisler, şu anda cinayette başrol oynamak iddiasıyla tutuklu olarak Silivri cezaevindeler. Benim çıktığım hapisaneye girdiler. Dolayısıyla, beni susturmaları mümkün olmadı. Hep söylediğim gibi, gerçeği hapsedemezler.”
© Deutsche Welle Türkçe
Kürşat Akyol / İstanbul