1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Siyasi dayanışmayı zedelemek, Türkiye’nin çıkarına değil"

Değer Akal
31 Mayıs 2022

DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan GMF Başkan Yardımcısı Ian Lesser, Erdoğan'ın NATO'daki blokajının riskleri ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yeni askeri operasyonun olası sonuçları hakkında uyarılarda bulundu.

https://p.dw.com/p/4C6N3
Belçika'nın başkenti Brüksel'deki NATO ana karargahı
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/J. Warnand

ABD'nin saygın düşünce kuruluşlarından Alman Marshall Fonu'nun (GMF) Başkan Yardımcısı Ian Lesser, Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın üyeliğini bloke etmesinin NATO'nun çıkarlarına zarar verdiğini, müttefikleri ile ilişkilerini de baltaladığını söyledi.

Geçmişte ABD Dışişleri Bakanlığı'nda, Türkiye'den sorumlu siyasi planlama ekibinde yer alan Lesser, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu tutumundaki ısrarının, Türkiye'nin Batılı müttefikleriyle siyasi ilişkilerinde "bir felakete" yol açabileceğini kaydetti.

"Türkiye, ittifak içinde en tehlikeli bölgeyle çevrilmiş durumunda, müttefiklerin çoğunluğundan daha büyük risklerle karşı karşıya" tespitini aktaran Lesser, NATO'nun kolektif savunma öngören 5'inci maddesinin ancak tüm üyelerin desteği ile işler hale geldiğini hatırlattı.

"Kolektif savunmaya duyduğu ihtiyaç ciddi ölçüde artarken, müttefikleriyle siyasi dayanışmayı zedelemesi, Türkiye'nin çıkarına değil" diyen Lesser, "Türkiye'nin, tam da en zor anlarda ihtiyaç duyacağı bu müttefikleriyle siyasi ihtilaflara girişmesi, NATO'nun Türkiye'ye dayanışma bağlamında vereceği desteğe ilişkin öngörüyü zayıflatıyor" uyarısında bulundu.

NATO'daki son krizin ABD ile Türkiye'nin ilişkilerini stabilize etme çabalarını da tehlikeye soktuğunu söyleyen Lesser, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yeni bir askeri operasyonuna ilişkin değerlendirmelerini de aktardı.

Türkiye'yi en iyi tanıyan Amerikalı uzmanların başında yer alan GMF Başkan Yardımcısı ve Brüksel ofisi direktörü Ian Lesser'e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

Alman Marshall Fonu’nun (GMF) Başkan Yardımcısı ve Brüksel ofisi Direktörü Ian Lesser
Ian LesserFotoğraf: Samuel Corum/AA/picture alliance

DW Türkçe: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerine itirazları sürüyor. Erdoğan, son görüşmelerden istenen sonucun alınamadığını söyledi ve  "Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin başında olduğu sürece, teröre destek veren ülkelerin kesinlikle NATO'ya girmesine biz 'Evet' diyemeyiz" dedi. Ankara'nın bu tutumu Brüksel ve Washington'da nasıl yankı buluyor?

Ian Lesser: Çok kötü… NATO içinde, Türkiye ile ilişkiler konusunda yaşanan bu kriz, Ankara ile son yıllarda pek çok farklı konudaki ihtilafların üzerine geldi, zaten mevcut olan olumsuz algıyı daha da güçlendirdi. Rusya'dan S-400 alımı, Suriye, Kafkaslar, Libya ve tabii ki Doğu Akdeniz'e yönelik politikaları nedeniyle zaten Türkiye ile ilgili endişeler mevcuttu. Tüm bunlara bir yenisi daha eklenmiş oldu… Türkiye'nin yaptığı gibi, ikili görüş ayrılıklarını bu denli aleni ve doğrudan NATO karar alma süreçlerine taşımak, ittifakın çıkarlarına zarar veriyor.

Erdoğan'ın, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerine itirazının gerisinde ABD yönetimini politika değişikliğine zorlama hedefinin yattığı belirtiliyor. ABD'nin uyguladığı CAATSA yaptırımlarının kaldırılması, F-16 satışına onay verilmesi, Türk ordusunun Suriye'nin kuzeyine yeni bir askeri harekatına yaptırımlar ile karşılık verilmemesi ve ABD yönetiminin YPG ile işbirliğine son vermesi gibi beklentilerden söz ediliyor. Sizce Washington, NATO genişlemesine yeşil ışık yakması karşılığında Ankara'nın bu konularda beklediği adımları atar mı?

Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerine itirazının gerisinde ABD politikalarında değişikliğe yol açabilme hedefi de yatıyor olabilir. Ama bu beklentilerine yanıt almasını pek de olası görmüyorum. Hem Washington'da hem Ankara'da, artık ilişkileri mümkün olduğu ölçüde stabilize etmeye çalışma zamanının geldiği düşünülmüştü. Çok uzun bir liste oluşturan sorunları çözüme kavuşturmak, her iki ülke liderliğinin kapasitesini aşıyor olabilir. Ancak sorunlar çözümlenemese de, en azından ilişkiler stabilize edilebilir diye düşünülmüştü. Ama NATO'daki bu son kriz, artık bunu da tehlikeye soktu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden
ABD Başkanı Biden, göreve geldiğinden bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mesafeli bir tutum takınıyorFotoğraf: Murat Cetinmuhurdar/Turkish Presidency/AA/picture alliance

AKP'nin Cumhur İttifakı'ndaki ortağı olan MHP'nin lideri Devlet Bahçeli de sert açıklamalar yaptı. İsveç ve Finlandiya'nın bir "oldubittiyle" NATO'ya dahil edilmesi halinde Türkiye'nin NATO'dan ayrılmasının da "alternatif bir tercih olarak gündeme alınması" gerektiğini savundu…

Bu açıklamalar hem Brüksel'de hem Washington'da çok olumsuz bir algıya yol açıyor. Türk siyasetçilerin, Türkiye'nin NATO'dan ayrılmasından söz etmesi, ittifak içinde Türkiye'nin NATO üyeliğini sorgulayan çevreleri daha da güçlendiriyor. Bir ülkenin üyelikten ayrılmasının talep edilmesini düzenleyen bir mekanizma yok. Ama tarihte, ittifakın askeri kanadından ayrılan Fransa örneğinde olduğu gibi, NATO'daki konumlarını, üyeliklerinin niteliğini düşüren ülkeler oldu. Yani Türkiye çok arzu ettiği takdirde benzer adımlar atabilir gayet tabii ki. Ama bunun hiç de olası olduğunu düşünmüyorum.

Niye olası görmediğinizi açar mısınız? AİHM kararlarını uygulamadığı için Türkiye Avrupa Konseyi'nde ihlal prosedürüyle karşı karşıya. Bir gecede İstanbul Sözleşmesi'nden çekilen Türkiye'nin ani bir kararla hem Avrupa Konseyi'nden, hem NATO'dan çıkabileceğini, Erdoğan'ın Türkiye'yi Batı'dan koparmaya çalıştığını iddia edenler var…

NATO'dan çıkmasını olası görmüyorum çünkü bölgesinde istikrarsızlık artarken, Türkiye'nin üye olduğu, kendi güvenlik çıkarlarını oturup konuşabildiği, destek isteyebildiği NATO'ya ihtiyacı artıyor. Türkiye'nin NATO'nun sunduğu güçlü güvenlik garantisine ihtiyacı artıyor. NATO'nun zayıflaması mı, güçlenmesi mi Türkiye'nin yararına? İşte Türkiye'deki siyasi liderliğin iyice kafa yorup yanıtlaması gereken soru bu. Çünkü zayıflamış bir NATO, Türkiye'nin büyük, hayati öneme sahip çıkarlarına zarar verir. Türkiye siyasi liderliği hesabını çok iyi yapmalı.

Peki, taraflar arasında bir uzlaşı sağlanamaması ve Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın üyeliklerine blokajını sürdürmesi ne tür sonuçlar doğurabilir?

İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği ittifak için çok büyük bir önem ve öncelik taşıyor. Bunun Türkiye tarafından engellemesi, Ankara'nın Batılı müttefikleriyle olan siyasi ilişkilerinde bir felaket anlamına gelir… Bakın, NATO'nun bir üyeye yapılmış saldırının, tüm üyelere yapılmış bir saldırı olarak değerlendirileceğini, yani kolektif savunmayı düzenleyen 5'inci maddesinin uygulanabilmesi için karar alınması gerekiyor. Yani bir ülke saldırıya uğradığında destek talep edebiliyor. Ama bu desteği alabileceğinin bir garantisi de yok.

Krizin çözüme kavuşturulamaması durumunda, Türkiye'nin 5'inci madde garantisinden yararlanamayacağını mı söylüyorsunuz?

Bu maddenin uygulanabilmesi için, müttefiklerin siyasi destekleri, alınacak kararda oydaşma gerekecek. Türkiye, Rusya ile ilişkilerinde ve sadece Rusya ile de değil, pek çok potansiyel gri alan tehditlerle karşı karşıya. Kolektif savunmaya duyduğu ihtiyaç ciddi ölçüde artarken, müttefikleriyle siyasi dayanışmayı zedelemek, bu nedenle Türkiye'nin çıkarına değil. Hatırlarsanız son yıllarda bir NATO müttefiki ile Rusya'nın askeri olarak doğrudan karşı karşıya geldiği tek olay Türkiye'nin, 2015 yılında Türk hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağını vurması ile yaşandı… Bugün benzer bir olay yaşansa, çok hızlı bir tırmanış yaşanabilir. Günümüzde Rusya'nın Türkiye'nin çıkarlarına oluşturduğu tehdit açık bir şekilde mevcut. Karadeniz'de ya da Kafkaslarda askeri bir ihtilaf yaşanması ihtimali az değil ne yazık ki. Ve işte o zaman Türkiye'nin NATO müttefiklerinin dayanışmasına ihtiyaç duyacak. Zayıf değil güçlü bir NATO'ya ihtiyacı var. Türkiye'nin, tam da en zor anlarda ihtiyaç duyacağı bu müttefikleriyle siyasi ihtilaflara girişmesi, NATO'nun Türkiye'ye dayanışma bağlamında vereceği desteğe ilişkin öngörüyü zayıflatıyor.

NATO'ya üye ülkelerin bayrakları
Türkiye, 1952’den bu yana NATO üyesi.Fotoğraf: Kenzo Tribouillard/AFP/Getty Images

Bu arada Erdoğan, Suriye'nin kuzeyine dönük yeni bir askeri operasyonun sinyalini de verdi. Ukrayna savaşının Türkiye'nin stratejik önemini artırdığı, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyelikleri konusunda önemli bir kozu elinde bulundurduğunu söyleyen bazı uzmanlar, Ankara'nın böyle bir operasyonuna, ABD'nin çok da sert tepki göstermeyeceği tahmininde bulunuyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz ?

Türkiye, müttefiklerinin itirazlarına, karşı çıkmalarına rağmen Suriye'de tek başına eyleme geçmek istiyorsa, bunu yapar. Bunun akıllıca olup olmayacağı ise ayrı bir soru. Ama kimsenin Türkiye'yi ille de, sahada fiilen engellemeye çalışacağını düşünmüyorum. Son yıllarda Türkiye'nin Suriye'de giriştiği faaliyetlere ABD siyasi ve diplomatik olarak karşı çıktı, tepki de gösterdi ama sahada fiilen engellemedi…

2019 yılında, Barış Pınarı Harekatı sonrasında dönemin ABD Başkanı Donald Trump, Suriye'nin istikrarsızlaşmasına yol açtığı gerekçesiyle Türkiye'ye yaptırım öngören 13894 sayılı kararnameyi imzalamış, hatta Savunma Bakanı Akar, İçişleri Bakanı Soylu ve dönemin enerji bakanı Sönmez yaptırım listesine alınmıştı. Gerçi bakanlar daha sonra yaptırım listesinden çıkartıldı ancak Türkiye'nin yeni bir harekata girişmesi ve özellikle Kobani'yi hedef alması durumunda ABD yönetiminin yeniden bu kararnamede öngörülen yaptırımları devreye sokabileceği belirtiliyor. Dönemin ABD Hazine Bakanı Mnuchin, bu yaptırımlar için "Türk ekonomisine kepenk indirtebilir" demişti…

Türkiye'nin yeni bir askeri harekat başlatıp başlatmayacağı henüz kesin değil. Ama şayet bunu gerçekten de yapacak olursa, gayet tabii ki ABD yönetiminin de önünde pek çok seçenek bulunuyor, çok farklı şekillerde verebileceği olası karşılıklar var. Ayrıca tepkiyi sadece ABD'nin değil, NATO'daki diğer üyelerin de vermesi muhtemel… Ben İsveç ve Finlandiya ile ilgili durum nedeniyle müttefiklerin Ankara ile siyasi ihtilaftaki gerilimi daha da tırmandırmak istediği görüşünde değilim. Ve görünen o ki Türkiye, müttefiklerin başka tehditlere odaklanmalarını ya da diğer bazı konuları daha öncelikli olarak görmelerini, kendisi için bir fırsat olarak görüyor…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’ye terörle mücadele amaçlı olduğunu söylediği operasyon hazırlıkları hakkında, "Her zaman söylediğim gibi, bir gece ansızın onların da tepelerine ineriz, inmeye de mecburuz" dediFotoğraf: Turkish Presidency/AP/picture alliance

Ankara, YPG'yi PKK'nın Suriye uzantısı olarak görüyor ve ABD'nin YPG'yi IŞİD ile mücadelede "önemli müttefik" olarak değerlendirmesinden rahatsız, Suriye'ye askeri harekatını da terörle mücadele ile gerekçelendiriyor…

Bu IŞİD ile mücadele amacıyla, operasyonel hedeflerle girişilen bir ilişkiydi. Diğerleri gibi verilen malzeme desteğini başkalarına satmadılar da kaçmadılar da… Yıllar içinde de alandaki Kürt milisler ile Amerikan askerleri arasında sahada işleyen bir işbirliği şekli oluştu. Bunun da siyasi sonuçları oldu ve Ortadoğu'daki Kürtlere sempati duyulmasına yol açtı… Amerikalı karar alıcıları için bu yönelim, Türkiye ile ilişkiler bağlamında değerlendirilmedi, o an Türkiye ile ilişkilerden daha öncelikli bir tehdit ile mücadele söz konusuydu, Suriye'de sahada operasyonel amaçlı alınmış bir karardı…

Türkiye'deki bir çok siyasetçi ve uzman, ABD'nin bölgedeki politikalarına şüpheyle bakıyor. ABD'nin YPG'ye, SDG'ye verdiği destekle, aslında bir Kürt devleti, özerk bir yapı kurmak istediğini dile getiriyor. Size göre ABD bölgede bir Kürt devleti kurmak istiyor mu?

Ben bunun kesinlikle gerçek olmadığından eminim. Hiç bir Amerikan yönetimi, zaten istikrarsız bir bölgeyi daha da istikrarsızlaştıracağı açık bir süreçten, bölgede bir Kürt devletinin inşasından yana olmaz. Ben bunun masada dahi olmadığına inanıyorum. Ne böyle bir amaç vardı, ne de böyle bir amacın olması olası. Ama bakın, ülkelerin müttefik olmaları, işbirliğine dayanan güçlü bir ilişkiye sahip olmaları ama aynı zamanda da görüş ayrılıklarının olması ve son derece tartışmalı adımlar atmaları mümkün. Bunun örnekleri var ABD, YPG'yi destekliyor, Türkiye Rusya'dan S-400 satın aldı… Çok uzun bir liste yapabiliriz ama tüm bunların üstünde, her iki ülkenin ortak çıkarı NATO'nun zayıflatılmamasıdır.

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı ile başlayan süreci kimileri yeni bir soğuk savaş dönemi olarak nitelendirirken, kimi uzmanlar gıda krizi, küresel ekonomide yaşanan derin sarsıntılara da dikkat çekerek, adeta üçüncü dünya savaşının eşiğinde olduğumuz uyarısında bulunuyor… Siz bu dönemi nasıl tanımlıyorsunuz ve Türkiye'nin bu dönemde kendini nasıl konumlandırdığını düşünüyorsunuz?

Kesinlikle bir soğuk savaşın içindeyiz. Sıcak savaş riskinin bulunduğu bir soğuk savaştayız. Hatta aynı zamanda, bir kaç soğuk savaşın içindeyiz. Rusya ile bir soğuk savaştayız, farklı bir nitelik taşısa da Çin ile bir soğuk savaştayız. İran gibi daha küçük ölçekli ülkelerle de soğuk savaştayız. Soğuk savaş her an sıcak savaşa dönebilir. Buna Rusya rejiminin acımasızlığı da yol açabilir, kazaen de sıcak savaşın fitili ateşlenebilir. Ama gerçek şu: Rusya kaynaklı sıcak savaş riski, Karadeniz ya da Baltıklarda, çok esaslı bir şekilde artmış durumda. İşte bu gelişmeler nedeniyle Türkiye, herkes gibi riskleri, çok iyi hesaplamak durumunda. Daha nitelikli güvenlik için müttefiklerimize karşı daha hoşgörülü olmak zorundayız. Türkiye, ittifak içinde en tehlikeli bölgeyle çevrilmiş durumunda, müttefiklerin çoğunluğundan daha büyük risklerle karşı karşıya. Bu nedenle Türkiye'nin ittifak içindeki konumunun sorgulanmasına yol açacak her şeyden kaçınılmalı ve ne yazık ki bu son kriz tam da aksine hizmet ediyor. Bu tutumu, Türkiye için gün geçtikçe daha büyük önem kazanan müttefikleri ile ilişkilerini baltalıyor.