1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

AB'nin demokratik caydırıcılık sorunu

3 Mayıs 2017

Hürriyet gazetesi köşe yazarı Sedat Ergin, Dünya Basın Özgürlüğü Günü vesilesiyle Deutsche Welle için kaleme aldığı yazısında AB'nin Türkiye'deki süreçlere yaklaşımı konusunda kötü bir sınav verdiği görüşünü savunuyor.

https://p.dw.com/p/2cJQZ
Sedat Ergin
Fotoğraf: DW

Bu yazıyı kaleme almak üzere masaya oturduğumda ilk iş olarak geçen yıl 13 Haziran tarihinde Bonn'da düzenlenen törende Deutsche Welle İfade Özgürlüğü Ödülü'nü almam dolayısıyla yaptığım konuşmanın metnini yeniden okudum. Konuşmam, genel hatlarıyla, yalnızca Türkiye değil Avrupa kıtasında da ifade özgürlüğünün gerilemekte olduğuna dikkat çeken, bu alanda yaşanan sorunlara değinen, bu sorunların yarattığı kaygıları vurgulayan bir metindi.

Geçen bir yıla yakın süre içinde bu metinde tasvir edilen tablonun iyileşmesi yönünde  bir ilerleme sağlanamadığını üzülerek belirtmek durumundayım. Bu metin bugün okunmak istense, mevcut durumu anlatmakta yetersiz kalacaktır.  Maalesef geçen süre içinde Türkiye'de ifade özgürlüğü alanında karşılaşılan sorunlar daha da ağırlaşmıştır.

Bu sorunlardan söz ederken Türk demokrasisinin 15 Temmuz 2016 tarihinde menfur bir darbe girişimine hedef olduğunu da hatırlamalıyız. Bu, Batı’daki bazı çevrelerin sandığı gibi sanal değil, çoğu sivil olmak üzere 250 kadar insanın öldüğü, 2 binden fazla insanın yaralandığı, TBMM’nin bombalandığı reel bir darbe girişimiydi.

 Toplumun bütün kesimlerinin darbeye karşı kuvvetli bir tavır alması Türk demokrasisi için bir olgunluk sınavı oldu. Ve darbe girişimi sonrasında Türkiye'de demokrasiye inanan insanların ortak bir dileği şekillendi. Bu dilek, demokrasiye kasteden bu saldırıya gösterilen ortak tepkinin Türkiye'de demokrasinin ileri götürülmesi için bir katalizör işlevi görmesi ve ülkede güçlü bir demokrasinin temellerinin atılması sürecini başlatmasıydı. Türkiye’de nadir görülen bir büyük mutabakat ortaya çıkmıştı. Ne yazık ki geçen yaz darbe sonrasında ülkeyi kaplayan bu iyimserlik havası kısa bir süre sonra dağılmıştır.

Ergin 2016 Haziran ayında DW İfade Özgürlüğü Ödülünü alırken.
Ergin 2016 Haziran ayında DW İfade Özgürlüğü Ödülünü alırken.Fotoğraf: DW/M. Müller

Darbeye başvuran Gülen cemaatinin üstüne gidilmesi, hükümetin meşru bir hakkıydı. Devlet mekanizması içinde gizlice örgütlenerek kendi gündem ve hedeflerine göre hareket eden unsurlarla mücadele etmek, devleti bu unsurlardan ayıklamak, hukuk devletini hakim kılmak ve demokrasiyi yaşatmak açısından elzemdir. Buradaki sorun, darbecilere karşı uygulamaya konan olağanüstü hal (OHAL) rejiminin daha sonra başlangıçtaki amacından çıkarak darbe girişimiyle ilgisi olmayan muhalif çevreleri, eleştirel sesleri  de içine alacak şekilde genişletilmesidir.

Uygulamaya baktığımızda maalesef bir yıldır artık kalıcı bir nitelik kazanmaya başlayan OHAL rejiminin sağladığı  sınırsız yetkiler kullanılarak darbe girişimiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan kesimlerin de hedef alındığı ve mağdur edildiği sayısız örnekle karşılaşıyoruz.

 Yakından tanıdığım ve demokratlıklarından, teröre karşı duruşlarından en ufak şüphe duymadığım pek çok meslektaşım bugün Silivri’de demir parmaklıklar arkasında bulunuyor. Örneğin, uzun bir süre birlikte çalıştığım müstesna bir gazeteci-yazar olan Kadri Gürsel bugün Fethullahçı Terör Örgütü’nü desteklediği iddiasıyla tutuklu bulunuyor. Oysa Kadri Gürsel, meslek hayatında Fethullahçı örgütün tehlikelerine en başından itibaren dikkat çekmiş, bu örgütü karşısına almaktan çekinmemiş bir meslektaşımdır. Bu sicile sahip bir gazeteciyi o örgütü desteklemekle suçlayıp hapse attığınızda bir inandırıcılık sorunu ortaya çıkıyor.

Kadri Gürsel’in durumu verebileceğim pek çok örnekten yalnızca biridir. Bugün ifade özgürlüğü alanındaki sorunları düzenli bir şekilde izleyen bütün uluslararası kuruluşların raporlarında Türkiye’deki durumun 2016'da daha da geriye gittiği vurgulanıyor. Hazırlanan listelerde Türkiye her yıl biraz daha aşağılara düşüyor. Son olarak Freedom House’ın geçen hafta açıkladığı listede  “kısmen özgür” ülkeler kategorisinde gösterilen Türkiye 15 puan daha aşağı düşmüştür.

Bonn Global Media Forum GMF 02 | Award Ceremony Sedat Ergin
Fotoğraf: DW/M. Müller

Ayrıca, sorun yalnızca basın özgürlüğü ile sınırlı değildir. Örneğin, akademik özgürlükler alanında da ciddi sorunların  baş göstermesi,  yüzlerce akademisyenin görevlerine son verilmiş olması tablonun ciddiyetini daha da ağırlaştırıyor.

Beni en çok düşündüren husus, bütün bu olumsuzlukların Avrupa Birliği’ne tam üye adayı olan bir ülkede meydana gelebilmesidir. Oysa tüm üyelik yönünde başlatılan katılım sürecinin aday ülkenin demokrasisini ileri götürmesi işin esasıdır. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonraki AB'nin genişleme döneminde, katılım süreçleri,  bütün eski Doğu Bloku ülkelerinde demokratik kurumların inşası, demokratik değerlerin içselleştirilmesi yönünde muazzam dönüştürücü bir rol oynamıştır. Bu, Avrupa Birliği’nin, kendi varlık nedenine eşsiz bir değer katan tarihi bir başarısıdır.

Gelgelelim 2017 yılına gelindiğinde,  AB, bu dönüştürücü, reformist etkisini icra edebilme kabiliyetini kaybetmiş bulunuyor. Bir aday ülkede demokrasi ileri gitmiyor, aksine bu alandaki sorunlar ağırlaşıyorsa, burada katılım sürecini yürütmek durumunda olan AB’nin kurumsal olarak hataları ve günahları  olduğunu kabullenmemiz gerekir.

Türkiye'de bugün kaygı yaratan sorunlar 24 saat içinde birden su yüzüne çıkmamıştır.  Bugün Avrupa’da eleştiri konusu olan otoriterleşme eğilimleri, 2008 yılından beri sistematik bir şekilde yerleşen, genişleyen bir trend izlemiştir. AB, ne yazık ki Türkiye'deki bu yönelişi görmekte, anlamakta, teşhis etmekte ve bunu önleyecek politikalar geliştirmekte kötü bir sınav vermiştir. 

Kuşkusuz, 2006-2007 sonrasında Fransa ve Almanya’nın Türkiye'nin tam üyelik konusunda ayak sürüyen bir çizgiye kaymalarının Türkiye’deki AB heyecanını soğutan etkilerini de görmezlikten gelemeyiz. Reform heyecanının kaybedilmesi ve ifade özgürlüğünde zemin kaybedilmeye başlanması, aslında Türkiye'de birbirine paralel yürüyen süreçler olmuştur.

Bu sorunlar baş göstermeye başladığında çözüm için AB’nin sihirli bir değnek bulması gerekmiyordu. Sadece Avrupa'yı Avrupa yapan değerlere sahip çıkılması, ilkeli bir duruşla bu değerlerin vurgulanması yeterliydi.

Üstelik burada mesele sadece Türkiye ile de sınırlı değildir. Bugün ifade özgürlüğü alanındaki sorunlar Avrupa kıtasının içine doğru yayılmaktadır. Macaristan, Polonya ve Balkanlar'da karşılaştığımız  antidemokratik uygulamalar şimdiden kabarık bir külliyat oluşturuyor. Türkiye aday ülke olduğu için bu alanda ortaya çıkan gerilemeler karşısında AB çevreleri kendilerine mazeret bulabilir. Oysa Macaristan ve Polonya AB'ye tam üye ülkeler. Tam üye ülkelerde demokrasiden, ifade özgürlüğünden, hukukun üstünlüğünden uzaklaşan uygulamaları, pratikleri önleyecek, durduracak bir caydırıcılığı kazanamamış olması, AB projesinin 21’inci yüzyılın başındaki en büyük başarısızlıklarından biridir.

Geldiği noktada kendi değerlerini koruyamayan bir birlik var karşımızda.  AB'nin önündeki temel varoluşsal sorunlardan biri, demokratik caydırıcılığa sahip olmamasıdır. Ve ne yazık  ki bu eksikliğe ek olarak, Avrupa kıtasını kaplamakta olan yeni rüzgarlarla birlikte  otoriterleşme, popülizm ve yabancı düşmanlığının başını alıp gitmesi  bizleri daha da karamsarlığı itiyor.

Uzun yıllar ülkesindeki demokrasinin, ifade özgürlüğünün ileri gitmesi, evrensel hukuk normlarının güçlenmesi için AB tam üyeliğini temel bir hedef olarak görmüş, buna inanmış bir gazeteci olarak bugün AB karşısında geldiğim nokta, yaşamakta olduğum derin bir hayal kırıklığından ibarettir. 

Deutsche Welle

Sedat Ergin / Hürriyet gazetesi köşe yazarı