Göç ülkesi mi, değil mi?
16 Ekim 2012
Eğer söz konusu olan eldeki rakamları açıklığa kavuşturmak olsaydı, o zaman anlaşmazlık kolay çözülürdü. Çünkü rakamlar durumu açıkça ortaya koyuyor: Almanya'da yaklaşık 7 milyon yabancı uyruklu kişi yaşıyor. Alman vatandaşlığına geçmiş olanlar ve çocukları da bu hesaba katılırsa, bu sayı 15 milyon 700 bine yükselir. Başka bir deyişle, Almanya'da yaşayan her beş kişiden biri yabancı kökenli, ya da siyasetin kullandığı biçimiyle söylenecek olursa "göç geçmişine" sahip. Bu istatistiklere bakıldığında, "Almanya bir göç ülkesidir" saptaması kulağa çok da olağanüstü gelmiyor.
Korku tartışması
Buna rağmen arada sırada bu tartışmayı yeniden alevlendirmek için mecazî anlamda bıçaklar bileniyor. Bundan iki yıl önce örneğin, Alman Sosyal Demokrat Parti'li Thilo Sarrazin, "Almanya Kendini Yok Ediyor" adlı kitabında, kendine göre yanlış uyum politikalarından, uyuma yatkın olmayan Müslüman göçmenlerden ve Almanya'nın karşı karşıya olduğu tehlikeden söz ettiğinde yeni bir tartışma baş göstermişti. Bu kitap en çok satılanlar listesinde haftalarca 1 numara olmuş ve tüm sohbet programlarının gündemini oluşturmuştu. Bir süre sonra bu tartışma başına buyruk bir rota izlemeye başladı ve birdenbire başarılı uyum, başarısız uyum, ayrıca "iyi" ve "kötü" göçmenlerden bahsedilmeye başladı. Bu yöndeki tartışmalar çok sayıda yabancı ve yabancı kökenli Almanın ağzında acı bir tad bıraktı.
Burada şu açıkça ortaya çıktı: Söz konusu olan eldeki somut verilerin kullanılması değil, insanlardaki mevcut korkuları kışkırtmaktı. Alman Vakıfları Uyum ve Göç Bilirkişi Konseyi (SVR), yıllardır Almanya'da bir "hoşgeldin kültürü olmaması"ndan şikâyetçi. Konsey'in Yöneticisi Gunilla Finke, göç geçmişi olan insanlara çok sık bir biçimde, esasen kendilerinin buraya ait olmadığının, burada doğmuş, okullardan mezun olmuş ve yüksek öğrenim görmüş olsalar bile, yine de tam anlamıyla Almanya'ya ait olmadıklarının ima edilmesini eleştiriyor.
Yüksek vasıflı elemanlar aranıyor
İşte bu durum bugünkü ikilemi yaratıyor: Halkın bir kısmında göç olgusu konusunda korkular varken, öte yandan bilişim gibi patlama yaşamakta olan branşlar ellerini kollarını açarak yüksek vasıflı yabancı iş gücü arıyorlar. Şimdiye kadar çok az kişinin bu Greencard'a başvurmuş olmasının ve geleceğin "Mavi Kartı" için de kuyruklar oluşturmamış olmalarının bir sebebi de Almanca meselesi. Ama sadece bu da değil. Bilim ve Politika Vakfı'ndan Steffen Angenend, "bizim göç düzenlemelerimiz sınırlandırıcı olarak algılanıyor. Oysa ki aslında gerçekte bu düzenlemeler şimdi olduğundan daha fazla göçe imkân vermektedir. Ama bu durum böyle algılanmıyor. Onun için de ihtiyacımız olandan daha az insan geliyor." diyor.
Peki bu durum ne zamandan beri böyle? Almanya savaş sonrasında yabancı iş gücüne büyük ihtiyaç duymaktaydı. 1950'lilerin ortalarında ekonomik mucize denilen dönem başlamıştı ve Almanya'nın fabrikaları, madenleri dolduracak kadar Alman işçisi yoktu. İş Gücü Alım Anlaşmaları imzalandı; önce İtalya, daha sonra İspanya ve Türkiye, daha sonra da Fas, Tunus, Portekiz ve Yugoslavya ile.
Geri dönüş garantisi olan misafir işçiler mi?
Ve zamanla "Misafir İşçi" kavramı yerleşmeye başladı. Bu, bir yandan kulağa daha yumuşak geliyordu, diğer yandan da ama onlardan belirli bir süre sonra ülkelerine dönmelerinin beklendiği vurgulanmış oluyordu. Bu arada bu işçileri Almanya'ya gönderen ülkelerde de aynı beklenti vardı. Ve çok sayıda yabancı işçi de zaten belirli bir süre sonra dönme fikriyle Almanya'ya gelmişti. Ama gelişmeler başka türlü oldu: Alman hükümeti, petrol krizi nedeniyle işsiz sayısının yukarı doğru tırmanmasından dolayı 1973 yılında iş gücü alımlarını durdurdu. Yabancı işçiler bu durumda ceplerindeki geri dönüş biletini kullanmak yerine, ailelerini Almanya'ya yanlarına getirttiler.
Bu arada politikada korku belirtileri başgösterdi. Hristiyan Birlik partileri ile Hür Demokrat Parti 1982 yılındaki koalisyon sözleşmesine, "Federal Almanya bir göç ülkesi değildir. O yüzden tüm insanî geçerliliği olan önlemlere başvurularak, yabancıların ailelerinin Almanya'ya getirtilmesi engellenmelidir" diye bir not düşülmüştü. Yerleşik partilerin bu korkutucu parolalarına karşı sol cephede hoşgörü çağrısında bulunan bir mülti-kültürel hareket şekillendi ve 1990'lı yılların ortalarına kadar bu tartışmanın hızı hiç kesilmedi.
Uyum odak noktasına geliyor
Almanya'nın birleşmesinden sonra "misafir işçiler"den çok, iki yeni göç grubu tartışmayı başka yöne kaydırdı. Kopma aşamasına gelen Yugoslavya'dan gelen sığınmacılar ile doğu Avrupa'dan ve orta Asya'dan gelen ve Almanya'da doğrudan Alman pasaportu almaya hak kazanan yüzbinlerce Alman kökenli göçmen... .
Almanya göç ülkesi midir, değil midir türündeki verimsiz temel tartışma, giderek daha pragmatik bir soruya dönüştü: Göç geçmişi olan insanlar topluma nasıl daha iyi uyum sağlayabilir? Ve göçleri yönlendirmenin yolu nereden geçiyor?
Bir dizi istisnası olan düzenlemeler
Almanya'nın göçe ihtiyacı olduğu artık tartışma götürmüyor. Ve bu gereklilik sadece Almanların daha az çocuğu olduğundan ve bu yüzden yakın bir zamanda sosyal ve emeklilik sistemlerinin finansmanının mümkün olmayacağından değil, Almanya'da vasıflı iş gücü eksikliğinden de kaynaklanıyor.
Bu nedenle 2005 yılında çıkartılan ve bu yıl içerisinde değiştirilen Göç Yasası'nın her yanı delikli bir "İsviçre Peyniri"ne benzemesi kimseyi hayrete düşürmüyor. Alman Vakıfları Uyum ve Göç Bilirkişi Konseyi Yönetisi Gunilla Finke, "Almanya'da halîhazırda iş gücü alımlarını durdurma kararı mevcut ve biz yeni göçler istemiyoruz. Ve de çok çok sayıda delikler var - bunlar da istisnaları oluşturuyor" diye konuşuyor.
© Deutsche Welle Türkçe
Klaus Dahmann / Çelik Akpınar
Editör: Nihat Halıcı