Astana çatışmayı İdlib'e mi taşıyor?
18 Eylül 2017Astana toplantısında önceki toplantılarda ana hatları belirlenen çatışmasızlığın sağlanması konusundaki işbirliğinin biçimi, coğrafyası ve tarafları netleşti. Çatışmasızlık bölgeleri aslında Suriye'de dört bölgeyi kapsıyor olsa da 15 Eylül'de tamamlanan Astana toplantısının merkezinde İdlib bulunuyordu. Henüz detayları kamuoyuyla tam olarak paylaşılmamış olsa da bazı haber kaynakları genel bir fikir sahibi olabileceğimiz çeşitli haritalar yayımladı. Bu bilgilerden genel olarak çıkarılabilecek sonuç şöyle özetlenebilir: İran, bölgede Şii köylerin bulunduğu alanlarda, Rusya rejim ile muhalifler arasındaki kritik noktalarda; Türkiye ise muhalifler ile Heyet Tahrir Şam (HTŞ) arasındaki kritik noktalarda varlık bulunduracak. Elbette, bu genelleme her kontrol noktası için birebir geçerli olmayabilir. Fakat genel tablonun bu biçimde özetlenmesi çok da yanlış görünmüyor.
İdlib'i yakın gelecekte ne bekliyor?
Çatışmasızlık bölgesi denildiğinde akla tamamen çatışmadan veya gruplar arası güç mücadelesinden uzak bir süreç gelmemeli. Fakat Idlib'in özgün dengeleri, bu bölgeyi diğer yerlerden ayırıyor ve daha da karmaşık hale getiriyor. İdlib diğer bölgelere göre daha büyük, daha kalabalık, daha çok grubu barındırıyor ve gruplar arasındaki dengeler daha hassas. Bu nedenle çatışmasızlık sürecinin yeni bir çatışma üretmeye en yakın olduğu yer.
Aylar önce bir yazımızda Rusya'nın Halep'i kontrol altına aldıktan sonra İdlib'e dönmek istediğini ancak diğer bölgelerden gelen tehdit ve İdlib'in zorlukları nedeniyle bu bölgeyi sona bıraktığını yazmıştık. Şimdi, artık sıranın İdlib'e geldiğini söyleyebiliriz. Fakat, Rusya ve rejim için hayati olan bu bölgede, ne Moskova ne de Şam'ın kısa vadede bir çatışmaya girmeye niyeti ve kapasitesi bulunyor. Halen, Moskova-Şam ortaklığı için Deir ez Zor daha büyük bir öncelik taşıyor. Üstelik, İdlib'deki muhaliflerin bu ikiliyi karşılarında görmesi halinde bir araya geleceği ve yoğun bir çatışma sürecine girileceği kestirilebiliyor. Bu nedenle Rusya Astana sürecinin başından itibaren İdlib'deki muhalif grupların bir kısmını sürece entegre ederek El Kaide ile ilişkilendirdiği diğer kısmına karşı kullanmayı hedeflemişti. Nitekim gelinen noktada bu hedefin masaya tamamen yansıdığı görülüyor.
İdlib Ocak ayından bu yana iki kez (kendi içinde) büyük çaplı sayılabilecek karşılıklı çatışmaya sahne oldu. Fakat İdlib'deki süreci sadece çatışmalardan ibaret görmek doğru değil. Bölgedeki ekonomik şartların zorlaşması unutulmamalı. Bunun ötesinde muhalif grupların HTŞ'ye karşı ya da onu dengelemek için sivil ve siyasi inisiyatifler geliştirmeye çalıştığı da biliniyor. Suriyeli siyasi muhalefetin ve ÖSO'nun askeri ve siyasi tek çatı altında birleştirme çabasının sadece Şam'a karşı güçlü bir muhalefet oluşturmak için değil, HTŞ'yi dengelemek ya da onun gücünü kırmak için gerçekleştirildiği söylenebilir.
Bu girişimler, son Astana toplantısından sonra hızlandı. Bazıları önceden HTŞ ile ittifak yapan, bazıları da çatışmalardan sonra daha güçlü olduğu için HTŞ'nin yanına geçen silahlı gruplardan bir kısmı yeni ve daha güçlü bir çatışmanın geldiğini görerek taraf değiştirdi. ÖSO'ya bağlı silahlı gruplar ise daha önce birlikte çalışmak istemedikleri Suriyeli siyasi gruplarla işbirliği yapmayı kabul ettiler. Bunun sonucunda ortaya İdlib'de yeni bir sivil ve siyasi inisiyatif ortaya çıktı.
Türkiye'nin İdlib'e girmesi çatışmanın habercisi mi?
Yukarıda da belirtildiği gibi İdlib ve civarındaki bölgeye Rusya, Türkiye ve İran temelde çatışmasızlık ortamının sağlanması ve korunması amacıyla gitmeyi planlıyorlar. Bu durum İran ve Rusya için göreli kolay olsa da Türkiye için muhtemelen aynı şey geçerli olmayacak. Çünkü Türkiye'nin çatışmasızlığı koordine etmek için asker göndereceği bölgelerin bir kısmında HTŞ ciddi olarak güçlü.
Doğrusu ÖSO'nun bölgede varlığını güçlendirmesi ve etki sahasını genişletmesi için Türkiye'nin bölgeye girmesi uzun süreden beri bekleniyordu. Bu nedenle, Türkiye'nin bölgeye asker göndermesinin ertesinde önce ÖSO ile HTŞ arasında, sonra da Türk ordusu ve HTŞ arasında çatışma çıkması ihtimali göz ardı edilmemeli. Her iki tarafın yapmış olduğu askeri hazırlıklar bu beklentiyi güçlendiriyor.
Astana anlaşmasından hemen sonra HTŞ sınırda Türkiye'nin geçiş yapacağı bölgelerdeki kritik alanlara militanlarını göndermeye başladı. Türkiye'nin hazırlıkları temelde bir izleme ve devriye misyonuna uygun görünüyor. Ama sınırın Türkiye tarafındaki hareketlilik Türkiye'nin de her ihtimale karşı hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Bu durum akla kritik bir soruyu getiriyor.
HTŞ'nin geleceği ne olacak?
Bazı muhalifler bu örgütün içindeki az sayıda yabancının ülkeyi terketmesini diğerlerinin de kendilerine katılmasını ve Astana sürecini kabul etmesini istiyor. Oysa çok önemli bir sorun var: ABD, Rusya ya da diğer ülkeler için HTŞ ile El Kaide arasında bir fark yok. Hatta birçok devlete göre IŞİD'in yenilmesi sonrasında en büyük tehdit yine El Kaide olacak. Bu nedenle bu örgütle mücadele IŞİD'le mücadelenin yerini alabilecek bir potansiyele sahip.
Diğer bir deyişle, HTŞ'den İdlib'i terketmesi istense gidecek bir yeri yok; kalsa bu sefer de uluslararası güçler ondan tehdit algılıyorlar. Üstelik, Rusya oyunu baştan itibaren muhalifler ile HTŞ arasında bir çatışma yaşanması; bunun sonucunda ise birinin zayıflaması diğerinin ortadan kalkması üzerine kurguluyor. Bu nedenle İdlib'teki sürecin ilk etapta çatışma üretmesi olasılığı yüksek.
Türkiye başta bunun dışında kalmaya çalışabilir. Ancak kısa süre içinde kendisini İdlib'de derin bir çatışmanın içinde bulabilecektir. Üstelik, İdlib'deki çatışmalar coğrafya ve mevsim şartları nedeniyle Fırat Kalkanı kadar, belki de daha uzun sürebilir. Bu nedenle İdlib'e Türk ordusunun konuşlanması Türkiye'yi içine çeken bir çatışma ortamı üretirse şaşırtıcı olmamalı. Özetle, İdlib için çatışmasızlık üretmesi beklenen operasyon, Türkiye'yi sınırın ötesinde ve hatta içinde yeni bir sorunla karşı karşıya bırakabilir.
© Deutsche Welle Türkçe
Serhat Erkmen
Doç. Dr. Serhat Erkmen Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı olarak görev yapmakta.