Ayasofya ve dinin kötüye kullanılması
6 Ağustos 2020Dünya genelinde sadece üç laik ülke var: Fransa, Türkiye ve Meksika. 1924 yılında Meksika'da devrim yıllarının sona ermesiyle Meksikalılar daha bir sene önce laik hale gelen Türkiye'yi izlemeye başladı. İster Katolik olsun ister Sünni, ister eski ister yeni dünya düzeninde olsun, dinle devletin birbirinden ayrılması o dönem yeni bir ivme kazanmıştı. Fransız Devrimi’nin toprağında filizlenen laiklik fikri, tüm imtiyazları, zenginlikleri ve makamlarıyla din adamlarını idam sehpasına götürmüştü.
Yaşanan bu değişim süreci ne Meksika’da ne de Türkiye’de çatışmasız geçti. Yüzyıllar boyunca insanlığın yaşam çarkını döndüren din temelli sistem tabi ki bir emirle durdurulamayacaktı. Türkiye’de de laik Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Atatürk’ün reformlarını geriye almayı amaçlayan bir çok girişim oldu.
Atatürk reformlarından uzaklaşma
Katolik Meksika’nın başkentinde dini kıyafetlerinden papaz ya da rahibe olduğunu anlayabileceğiniz bir kişiyi dahi göremezsiniz. Ama buna rağmen laikliğin kalesi kentin eteklerinde bulunan Bakire Guadalupe Bazilikası'na her yıl dünyanın farklı yerlerinden milyonlarca insan akın eder. Birçoğu uzak ülkelerden gelir ve buradayken sadece dizleri üzerinde yürür.
Türkiye'de ise şimdi Atatürk reformları arasında sembolik değeri en yüksek olan adımlardan biri geri alındı. Bir zamanlar Hristiyanlığın en büyük kilisesi olan Ayasofya 1453’te Sultan İkinci Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra camiye dönüştürüldü, ardından Atatürk tarafından müzeye çevrildi, şimdi ise tekrar cami oldu. Bu adımı ise iktidarın başındaki Erdoğan attı.
Erdoğan, başbakanlığa seçildiği 2003 yılında "Zenci Türkler" olarak nitelendirdiği dindar kesimin avukatlığına soyundu. Bu şekilde Erdoğan, laik ve askeri kesimlerin kast edildiği "Beyaz Türkler'in” karşısında yer aldı. Erdoğan’ı laik kurumlara karşı başlattığı yürüyüşünde takip edenler için Hicri takvime göre 1441 yılı, Zilhicce ayının üçü, yıllardır sabırsızlıkla bekledikleri gelişmelerin muhteşem taçlanışı oldu. 86 yıl sonra ilk kez "Bilgeliğin Kilisesi'nde” ezan okundu. O gün, laik cumhuriyet kurumlarının İslamileştirme çabalarına karşı kendini müdafaa edebileceğini düşünenlerin kulaklarında boğuk bir ses gibi çınlamış olsa gerek.
Asıl mesele cami değil, ajitasyon
Ayasofya’nın tanrının evi olarak tekrar zimmete geçirilmesindeki asıl amaç İslam adına kült bir cami açmak değildi. Ne de olsa "İslam'ın bol olduğu" İstanbul’da sayısız cami var. Atılan bu adımda aslında daha ziyade, bir zamanlar bu kadar güçlü olmayan ve söylediği "Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz" ya da "Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker" gibi radikal cümleleri nedeniyle laik cumhuriyette hapis cezasına çarptırılan İslamcı Erdoğan’ı görmek mümkün.
Ama sadece Erdoğan değil, Putin ve Şi Cinping gibi başka "güçlü adamlar" da dini siyasi amaçları için kullanmaktan çekinmiyor. Bunu gerçeğe aykırı bulanlara bir zamanlar radikal İslamı kontrol altına almak için kurulan Diyanet İşleri'nin Başkanı Ali Erbaş’ın sözlerini hatırlatmakta fayda var. Erbaş "İnşallah Ayasofya'nın dirilişi, Mescid-i Aksa'nın da özgürlüğe kavuşmasının habercisi olacaktır" dedi. Bu cümle kelimenin tam anlamıyla "müftünün emriyle" Kudüs’ün Yahudiler ve Hristiyanlardan "kurtarılmasının" nasıl bir siyasi-manevi bir özlemle beklendiğini gösteriyor.
Barışçıl ortak yaşama vurulan balta
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Tanrı'ya inanıp inanmadığını sadece Tanrı bilir. Bir Hristiyan kul ancak bu muhteşem kilisede dua edenlerin, süzülen kubbelere bakarken Kutsal Kitap'ta sözü geçen ve Türkiye'nin baş ilahiyatçısına çok uzak görünen o barış dolu, ilahi Kudüs'ü hissedebilmesini umabilir.
Dini pek önemsemeyen birçok insan için ise dini kendi amaçlarna alet eden bu "güçlü adamlar" tehlike arz ediyor. Günümüzde farklı dinlere inananlar ya da inanmayanlar bir arada yaşıyor. İnternet sayesinde asla karşılaşma ihtimalimiz olmayan insanların kültürleri, yaşayış tarzları ve inançları hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Farklı dinden insanlar birbirleriyle evleniyor, farklı dine mensup çocuklar hergün birbirleriyle karşılaşıyor. Dünya artık çoğulcu bir yer.
İnsanlık ailesi bu noktaya varmak için uzun bir yol katetti. Simgesel eylemler ve sert söylemlerle kendi dinlerinin diğerlerinden üstün olduğunu öne sürenler ve insanları birbirlerine karşı kışkırtanlar barışçıl ortak yaşam ağacına balta vuruyor. Böyle yaparak nihayetinde, Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin ortak bir biçimde ilahi bir kaynaktan geldiğine inandıkları inancın bizatıhi kendisine zarar vermiş oluyorlar.
Alexander Görlach
©Deutsche Welle Türkçe
Alexander Görlach Carnegie Uluslararası İlişkiler Etik Konseyi kıdemli uzman ve Cambridge Üniversitesi Din ve Uluslararası Çalışmalar Fakültesi’nde kıdemli araştırma görevlisi. Dilbilimi ve ilahiyat dallarında doktora yapan Görlach 2014-2017 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde uzman olarak, 2017-2018 yılları arasında ise Ulusal Tayvan Üniversitesi ve Hongkong Kent Üniversitesi’nde konuk araştırmacı olarak görev yaptı.