Aydıntaşbaş: Brunson ve Yücel davalarının farkı yok
2 Ağustos 2018Cumhuriyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, Türkiye'de yargılanan ABD’li papaz Andrew Craig Brunson'ın serbest bırakılmaması üzerine ABD-Türkiye arasında çıkan krizi, DW Türkçe'ye değerlendirdi:
DW Türkçe: Türkiye'de şu anda ev hapsinde bulunan ve "askeri ve siyasi casusluk" ile "terör örgütü adına suç işlemek" iddialarıyla yargılanan İzmir Diriliş Kilisesi Rahibi Andrew Craig Brunson hakkında 35 yıl hapis cezası isteniyor. Brunson hakkındaki iddialar ABD tarafından nasıl görülüyor?
Aslı Aydıntaşbaş: Bu iddiaların ABD tarafından ciddiye alındığını sanmıyorum çünkü iddia bol ama delil yok. Birincisi, Hristiyanlığı ya da herhangi bir dini yaymaya çalışmak yasalara göre suç değil. İkincisi, Brunson'ın Gülen cemaati ya da PKK sempatizanlarıyla teması olduğu iddia ediliyor ama bu iddialar geniş ve muğlak kavramlar üzerinden kuruluyor. Gizli tanık ifadeleri var ama gizli tanıklar Türkiye'de Ergenekon dava sürecinden beri zaten biliyoruz ki şaibeli… Tüm bunlar delil değil. Son duruşmada gizli tanık Brunson’ın PKK logosuyla İncil bastırdığını ve Suriyeli Kürtlere silah takviyesi için Amerikan hükümetinin YPG kamplarının yerini gösterdiğini söyledi. Bütün bunların ciddiye alınır tarafı yok. Rahip Brunson davası, "FETÖ" ve "PKK" suçlamaları itibariyle Alman kamuoyunun yakından bildiği Deniz Yücel davasından farklı değil. Bir insanın taban tabana zıt iki örgütle iltisaklı olması ne teoride ne de pratikte mümkün. Brunson davası, Cumhuriyet davası ile insan hakları savunucularının yargılandığı Büyükada davasına da benziyor. Diğer yandan, Türkiye devleti ve toplumu Batı'nın Türkiye'yi bölme tezi üzerine kurulu. Bu neredeyse 100 yıldır böyle…
DW Türkçe: Peki ABD kamuoyunda Brunson davasına ilişkin nasıl bir tutum söz konusu?
Aydıntaşbaş: ABD kamuoyunda iki türlü algı var. Daha laik kesim ile düşünce kuruluşlarındaki algı, Türkiye ve ABD arasında Almanya ile olduğu gibi Deniz Yücel benzeri bir rehine pazarlığı yapıldığı ve Türkiye'nin ABD'den tavizler istediği şeklinde… Daha dindar kesimde yani Trump'a oy veren tabanda ise Brunson'ın Hristiyan olduğu için yargılandığı tezi var. Hristiyan olduğu için bedel ödediğini düşünüyorlar. Ancak her iki durumda da Rahip Brunson’un şu ya da bu şekilde darbe girişimiyle ilişkili olabileceğine ya da Türkiye'yi "bölmek" amacıyla orada olduğuna inanılmıyor.
DW Türkçe: İki seneye yakın süredir Türkiye’de tutuklu bulunan rahip Brunson neden şimdi ikili ilişkilerin merkezine oturdu?
Aydıntaşbaş: Bu konuda pazarlıklar bir süredir devam ediyordu. ABD ilk günden beri rahibinin salıverilmesini istiyor. Önce iddianame beklendi. Sonra iddianame ve dava hızlandırıldı. Ardından referandum ve seçimler gündeme geldi. ABD'de Brunson'ın genel seçimlerden sonra serbest bırakılacağı tezi vardı. Devam eden bir pazarlık vardı. Bunun karşılığında iki devlet arasında Zarrab davasında ceza alan Hakan Atilla cezasının kalan bölümü için Türkiye'ye gönderilecekti. Yani Erdoğan'ın "Al papazı ver papazı" şeklinde formüle ettiği, "Al Brunson'ı ver Atilla'yı" durumuna dönmüştü. Ancak Brunson'ın son duruşmada serbest bırakılmamasının ABD'de şok etkisi yarattığı ortaya çıktı. Yoksa Trump daha yeni, Avrupa liderlerini eleştirirken Erdoğan'a övgüler yağdırmıştı. Brunson'ın bırakılmayıp ev hapsine alınması üzerine yoğun bir diplomasi başladı. Müzakereler devam etti. Washington Post'un haberinden biliyoruz ki Brunson'ın bırakılacağı beklentisiyle Trump, İsrail'de tutuklu bulunan Türkiye vatandaşı Ebru Özkan'ın serbest bırakılması için İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'yu aradı. Temel prensip, Brunson'a karşı Atilla'ydı ama Türkiye'nin ABD'den ekstra talepleri olduğu iddia edildi. Buna rağmen müzakereler Pazartesi'ye kadar sürdü. Trump ile ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence'in attığı tweetler ile ise yüksek sesli bir kavgaya dönüştü. Bir anlamda hükümet, siyaseten kendisini zor bir köşeye itmiş oldu. O tweetlerden sonra rahibi bırakmak hükümet için zor, biraz daha zaman istemiş olabilirler.
DW Türkçe: Rahip Brunson'ın Fethullah Gülen’e karşı rehin tutulduğu iddiaları ne kadar gerçekçi?
Aydıntaşbaş: Erdoğan, "Sizde de bir papaz var, bizde de. 'Ver papazı, al diğer papazı' dedim" derken, Gülen'i kastediyordu. Ancak Gülen'in iade meselesinin kısa vadede kolay olmadığını düşündü ve Hakan Atilla ile Halkbank için pazarlık başladı. Türkiye, "Gülen'e karşı Brunson"dan vazgeçmişti. Hazine Bakanlığı'nın Halkbank'a vereceği cezanın hafifletilmesini istiyordu. Türkiye, Gülen konusunda ABD'den yardım istiyor. Aslında Trump da Erdoğan ile işbirliği yapmak istiyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD'li mevkidaşı Mike Pompeo ile yaptığı temaslarda Menbiç için, mesela, prensipte anlaşmışlardı. Ancak sanırım ABD tarafı, "Sizden tek bir şey istedik, onu da yapmadınız" noktasına geldi. Türkiye'nin istediği en az 6-7 madde var. S-400 füzesi için yaptırımlara maruz kalmamak, F-35 uçakları konusunda Kongre engelini aşmak, Halkbank'a düşük ceza verilmesi, Gülen'e karşı FBI adım atsın gibi… Bunun karşılığında ABD'nin talep listesi çok kısa: "Brunson'ı bırak". Bu durum aslında iki taraf açısından da acıklı bir durum çünkü hukuk devleti iddiasıyla ortaya çıkan iki devletin rehine pazarlığı yaptığı gerçeği ortada.
DW Türkçe: ABD'nin Türkiye'ye uyguladığı yaptırımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aydıntaşbaş: Yaptırımların sembolik olduğunu düşünüyorum. Ciddi ekonomik bir mesaj taşımıyor, daha ziyade siyasi bir mesaj var. Türkiye'ye yönelik ekonomik yaptırım kararı daha sert bir olay olurdu. Ancak bunun arkasından ne geleceğini kestirmek mümkün değil.
DW Türkçe: ABD ile yaşanan "Brunson krizi" ikili ilişkileri kısa vadede nasıl etkileyebilir?
Aydıntaşbaş: İkili ilişkilerin nasıl seyredeceği öngörülemez çünkü iki tarafta da öngörülemez liderler var. Deniz Yücel olayında ya da Rusya ile yaşanan uçak krizinde olduğu gibi bir süre sonra normalleşme de olabilir. Bu kriz tırmanır ve işler çığrından da çıkabilir. Trump önce allak bullak edip sonra istediğini alma gibi bir strateji izliyor. Ancak Türkiye ekonomik olarak çok kırılgan bir döneminde. Trump'ın buna benzer birkaç salvo daha yapması Türkiye'yi temelden sarsar. Krizler tarihte büyük kırılmalara neden olabiliyor. Öte yandan, kim Erdoğan'ın Rus uçağı düştükten sonra bir değil, iki tane özür mektubu yazacağını hayal edebilirdi? Bir ülkeye yaptırım uygulanması, o ülkenin yatırım almayan bir ülke olması demek. Kalıcı yaptırımların başka yerlere odaklanması demek. Şu durumda herkesin ateşle oynadığı bir durum söz konusu…
Burcu Karakaş / İstanbul
© Deutsche Welle Türkçe