"Bedenimi orada bıraktım"
20 Ekim 2018Muşambanın üzerine düşen yağmur damlalarının ritmik sesinden başka bir ses duyulmuyor. Ne televizyon sesi ne müzik ne de bir çocuk kahkahası… Bu sessizlik Cox’s Bazar’ın sokaklarındaki kaosun içinden geçip geldikten sonra daha da gürültülü geliyor insana. Derken sessizliği bozan ağaçlardan sarkan gümüş grisi hoparlörlerden gelen müezzinin namaza çağıran sesi oluyor.
Kutupalong’un kuzeydoğusunda dünyanın en büyük mülteci kampında yer alan 7 nolu yerleşke… Yaklaşık 40 bin sığınmacının yaşadığı yerleşkede kişi başına bir metrekare alan düşüyor. Buradaki sığınmacı sayısı yalnızca tahmini. Bangladeş ile Myanmar arasındaki eski ormanda yer alan kampta kaç Rohingya’nın yaşadığını ise tam olarak kimse bilmiyor. Farklı kamplardakilerle birlikte bu sayısı bir milyonu, hatta belki de 1 milyon 200 bini buluyor. Alacağınız cevap bu soruyu kime yönelttiğinize bağlı.
Müslüman azınlık
Myanmar’ın Müslüman azınlığının ülkeden kaçış hikayesi 1970’lere dek uzanıyor. Ancak geçen yıl ilk kez bu kadar fazla sayıda Rohingya kitlesel olarak ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Yalnızca birkaç ay içinde 700 binden fazla erkek ve kadın kanlı şiddetten canını kurtararak Myanmar’ı terk etti. Kaç kişinin öldürüldüğünü ise kimse bilmiyor. Kesin olan ise bu kıyımın yakın tarihte bu kıtada yaşanan en kötü soykırımlardan biri olduğu.
Fatma bu kıyımda hayatta kalmayı başaranlardan. Elini dişlerine götürüp, ovalıyor, dişetlerini temizliyor. Kötü anıları unutmak için zihnini biraz uyuşturması amacıyla çiğnediği tütün ve betel yaprağı dişlerinde siyah lekeler bırakmış. Bazı parmaklarının tırnakları ise etine kadar kemirilmiş.
Ormandaki dehşet oldu gece
Fatma 20 yaşında ve iki oğlu var. Myanmar’dan kaçmadan önce tecavüze uğramış. 30 ya da 40 kez. Bir gece içinde. Tam olarak kaç kere olduğunu ve kaç kişi olduklarını hatırlamıyor. Cılız bir sesle, “Bedenimi orada bıraktım" diyor. Boş bakışlarını barakanın çamurlu zeminine dikiyor bunları anlatırken. Göz göze geldiğimizde dahi temas etmiyor bakışları; adeta koyu gözlerinde bir kapı kapanmış gibi.
Çadırın ön kısmındaki odada turkuaz rengi ve kırmızı çizgili halının üzerinde oturuyoruz. Odada yalnızca küçük bir plastik tabure var. Fatma’nın kendisinden sadece iki yaş büyük olan eşi Ali de o, hikâyesini anlatırken yanına çömelmiş, Fatma’yı dinliyor. Ali milisler geldiğinde, canını kurtarmak için pek çok Rohingyanın yaptığı gibi köyünü terk etmek zorunda kalmış. Bir yıl önce eşi, bebeği ve o zamanlar on dört aylık olan diğer oğlu ile annesini ve babasını geride bırakarak buradan ayrılmış.
Ali'nin ayrılışından yalnızca birkaç gece sonra gelen milisler Fatma’yı ormana kaçırmış. Götürüldüğü derme çatma bir kulübede topladıkları kadınlara çevre köylerden kadınlar da eklenmiş.
Orada kalabalık bir grup erkek Fatma’nın tekrar tekrar üzerine çullanmış. Çığlıklarını duyan ise olmamış. Onları kurtarabilecek eşleri ya da kardeşleri ya ölmüş ya da canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalmış. Tıpkı Ali gibi.
Fatma bir şekilde köyüne dönmeyi başarmış. Karşısına çıkan hünerli eller yaralarını sarmış ve kan kaybetmesini önlemiş. Ancak Fatma belki de bir daha asla çocuk sahibi olamayacak.
Olaydan sonra Ali’nin annesi babasıyla sınırdaki nehri geçerek komşu ülke Bangladeş’e ulaşmayı başarmış. Burada da uluslararası insani yardım örgütlerinin desteğiyle Ali’yi bulmuş.
"Benim için onun yanında kalmanın bir sakıncası yok" diyor Ali, "Bunu kendi isteğiyle yapmadı ki."
Tecavüze uğradığı için terk edilen kadınlar
Ali’nin bahsettiği "bu” toplu tecavüz. Gerçekten de birçok Rohingya tecavüze uğrayan eşlerini terk ediyor. Başka erkeklerin eşlerine sahip olduğu ve onurlarını kirlettiği düşüncesiyle onları çocuklarıyla ve yaşadıkları acılarla yalnız bırakıyorlar.
Batı ülkelerinde yetişmiş bir kadın için tüm bunlar dayanılamayacak kadar yabancı geliyor. Örneğin kadınlar barakalarından neredeyse hiç çıkmıyorlar. Sıcaklığın 40 dereceyi geçtiği dayanılmaz Bangladeş yazının sıcağında bile. Kızıl Haç çalışanları bunun yazılı bir yasa olmadığını ancak yerleşmiş geleneklerden kaynaklandığını söylüyor. Rohingya kültüründe kadınlar yalnızca çok gerekli durumlarda evden çıkıyorlar.
Kampta güvenli bölgeler
Kamp alanında kadınları biraz rahatlatan ise güvenli bölgeler… Burada uluslararası yardım örgütlerinin danışmanlık sağladığı 19 büyük kulübe yer alıyor. Kulübelerde sağlık hizmetleri de verildiğinden en azından bazı kadınlar bu sihirli ve güvenli bölgede birkaç saat geçirmeye cesaret edebiliyor. Elektrik olduğunda burada vantilatörlerin çalıştığı da oluyor. Tuvaletler temiz ve çocuklara banyo yaptırma imkânı da bulunuyor.
Tepeden aşağıya bakıldığında ise sizi korkunç bir tablo karşılıyor. Yan yana uzanan sonsuz kulübeler. Bambu kamışlarının üzerine gerilmiş muşambadalar barakalar arasındaki duvarları oluşturuyor. Teneke çatısı olan yalnızca bir kaç baraka var göze çarpan.
Kalıcı bir yuva arzusu
Fatma ve Ali bir yıl önce buraya gelen 700 binden fazla Rohingyalıya kalacak yer sağlamak için hızlıca kurulan barakalardan birinde yaşıyor. Burası geçici bir barınma için düşünülmüş tipik ilk kabul kamplarından biri.
Oysa Fatma ve Ali’nin bütün istediği uzun vadeli bir kalacak yer. Myanmar ne Rohingyalara gerekli belgeleri veriyor, ne de ülkelerine geri dönmelerine izin veriyor. Geçerli belgeleri olmadan Rohingyalar "vatansız" sayılıyor; bu da Bangladeş hükümetinin insafına kalmış oldukları anlamına geliyor.
Umut azalıyor
Bangladeşliler de zulme ve baskıya yabancı değil. Bu ülkenin tarihi de sürgün hikayeleriyle dolu. Bu yüzden sığınmacılar için halk, ilk başta empati gösteriyordu. Ancak bu yavaş yavaş değişiyor; birçok Bangladeşli ülkelerinin yabancılar için gereğinden fazlasını yaptığı kanısında. Mütemadiyen tekrarlayan doğal afetlerde yardım ekiplerinin kapasitesi kendi halkına yardım için dahi yetersiz kalıyor. Artan şiddet olayları, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan çetelerin kontrol altına alınması için yeterli polis gücü de bulunmuyor.
Diğer yandan genç Müslümanların radikalleşmesi endişeleri de artıyor. Zira, barakalarda gezinen umutsuzluğu kolay bir oyuna dönüştürmek hiç de zor değil.
Rohingyaların resmi olarak kamp alanından ayrılma ve çalışma izni bulunmuyor; çocuklara yalnızca asgari düzeyde bir eğitim verilebiliyor.
Sonsuz kaybolmuşluk hissi
Peki ya bundan sonra? Fatma’nın tek bir dileği var; o da memleketine geri dönmek. Belki o gece o ormanda kaybettiklerini ülkesinde yeniden bulacağını umuyor. Belki de yabancı bir memlekette yeni bir hayata başlayacak gücü kendinde bulamıyor.
Yağmur damlaları muşambanın üzerine düşmeye devam ediyor. Bu ritim sonsuz bir kaybolmuşluğun bekleyişine benziyor..
Ines Pohl
© Deutsche Welle Türkçe