Cezaevinde yaşam mücadelesi
3 Aralık 2019Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan HDP'nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde geçirdiği rahatsızlık ve tam teşekküllü bir hastaneye geç sevk edilmesi, Türkiye'deki hasta tutuklu ve hükümlülerin cezaevi koşullarını bir kez daha gündeme getirdi.
İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) son verilerine göre 220 bin kapasiteli Türkiye cezaevlerinde şu anda yaklaşık 280 bin mahkum bulunuyor. Bunlar arasında 457’si ağır olmak üzere bin 334 hasta mahkum da yer alıyor.
2017 yılı başından 6 Ekim 2019 tarihine kadar hapishanelerde 44 hasta mahpusun yaşamını yitirdiğini saptayan İHD, bu 44 mahkumdan 19'unun kalp krizi gibi anında müdahale edilmesi gereken bir hastalık nedeniyle vefat ettiğini belirtiyor.
Ancak bu rakamların çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. İHD sadece kendisine yapılan başvurulardan ve bilgi alınan hasta mahkumların durumlarını raporlayabiliyor.
Mahkumların sağlık koşullarını olumsuz yönde etkileyen belli başlı faktörler yine İHD’ye göre şöyle sıralanıyor:
"Aşırı kalabalık koğuşlar, sağlığa erişim hakkının engellenmesi, kelepçeli muayene, revire geç çıkarılmak, hastane sevklerinin ya geç yapılması ya da hiç yapılamaması, ısıtılmayan ve havalandırılmayan koğuşlar, gün ışığından yeterince faydalanamama, hapishanelerde yeterli doktor ve sağlık personeli bulundurulmaması, atak geçirmesi riski yüksek ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan mahpusların tek kişilik yerlerde tutulması.”
Üçlü protokol şartı
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül son yaptığı bir açıklamada çalışmaları halen süren yargı reformu kapsamında ağır hasta hükümlü ve tutuklulara yönelik mağduriyetlerin ortadan kaldırılması için alternatif infaz yöntemleri uygulamayı hedeflediklerini belirtmişti.
Hasta tutuklu ya da hükümlü sağlık sorunu olduğunda ilk olarak cezaevindeki revire çıkıyor. Sağlık sorununa göre revirdeki doktor normal bir hastaneye sevk isteyebiliyor. Ancak sevkin gerçekleşmesi genelde Adalet, İçişleri ve Sağlık bakanlıkları arasındaki üçlü protokol nedeniyle çok zaman alıyor.
Yasaya göre sevk sırasında tutuklunun yanında jandarma bulunması gerekliliği de bu işlemi son dönemde zorlaştıran nedenler arasında. Profesyonel orduya geçilmesi ile birlikte jandarma er ve erbaş sayısı dörtte bir oranında azalmış durumda.
“Yavaşlatılmış ölüm”
İHD Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Nuray Çevirmen, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada hasta mahkumlar için hastanelerde sıra alınmasının da çok zaman aldığını ve bu sırada hastalıkların ilerlediğini belirterek, bir mahkumun kendisine söylediği “Bizler aslında yavaşlatılmış ölüm yaşıyoruz” sözünü hiç unutamadığını aktarıyor.
HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş da sevklerin uzun sürdüğü eleştirilerine katılıyor. Bununla ilgili kendisinin de çok sayıda şikayet aldığını ve tedavide bazen geç kalınabildiğini söyleyen Beştaş, “Demirtaş’ı sevk için bir hafta bekleten sistem, diğerlerine ne yapmaz?” sorusunu yöneltiyor.
"Kelepçeli muayene” sorunu
Mahkumların karşılaştığı bir başka sorun da kelepçeli muayene. Özellikle siyasi tutukluların kelepçe takılmasını istemediği için hastanelere sevki tercih etmediği de sıkça rastlanılan durumlar arasında.
İHD Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Çevirmen, “kelepçeli muayene” uygulamasının güvenlik gerekçesiyle konulduğunu ancak bunun için başka bir çözüm bulunabileceğini, bu uygulamanın insanlık onuruna aykırı olduğunu vurguluyor. Çevirmen'e göre doktorların aslında kelepçenin çıkarılmasını talep etmesi gerekiyor ancak her doktor bunu yapmıyor.
Tahliye için Adli Tıp raporu isteniyor
Ciddi hastalıkları olanların tahliyesi için Adli Tıp raporu kritik önemde. Ancak Adli Tıp’tan bu raporun çıkması genelde çok zor ve çıksa bile hastanın tahliyesi gerçekleşmeyebiliyor. Çünkü kanser ve kalp hastaları gibi riski yüksek ve cezaevinde kalması mümkün olamayan mahkumların tahliye edilmeleri 2013’te İnfaz Yasası’nda yapılan değişiklikle “toplum güvenliği için tehlike oluşturmama” şartına bağlandı.
Bu nedenle hayati risk taşıyan veya hayatını tek başına sürdüremeyeceği Adli Tıp Kurumu tarafından belirlenen, ancak emniyet birimlerince, savcılıklara “toplum güvenliği için tehlikelidir” yönünde görüş bildirildiği için ceza ertelenmesi kararı işleme konmayan mahkumlar bulunuyor.
HPD Milletvekili Beştaş, Adli Tıp Kurumunu "hükümetin bir kurumu olarak görev yapmakla” eleştirerek, eski HDP Milletvekili Mülkiye Birtane’nin şu anda kanser hastalığının son evrelerinde olmasına rağmen hâlâ bırakılmadığını belirtiyor.
Son verilere göre Türkiye genelinde son birkaç yılda Adli Tıp Kurumuna yapılan yaklaşık 700 başvurudan sadece 6 tanesi sürekli hastalık kapsamında değerlendirilmiş.
Adli Tıp raporunu alabilen hükümlülerin tahliyesi için bir yetki de Cumhurbaşkanında. Cumhurbaşkanı Anayasanın 104'üncü Maddesi ile kendisine verilen "Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır" yetkisini kullanabiliyor.
Ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu yetkisini çok az kullandığı biliniyor. Erdoğan en son Kasım ayı başında adli suçlardan içerde olan üç hükümlünün cezalarının kaldırılmasını onaylamıştı.
Tanrıkulu: "Öç alınması gereken yurttaş”
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hasta tutuklu ve hükümlülerin durumunu sıklıkla gündeme getiren isimlerden biri.
Tanrıkulu, cezaevinde tutulanların sağlık sorunlarının kronik biçimde eskiden beri bulunduğunu, son dönemde tutuklamaların sayısındaki yükselmenin sorunları daha da artırdığına dikkat çekiyor. CHP Milletvekili, cezaevinde olanlara özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından “tutuklu ya da hükümlü değil, öç alınması gereken yurttaş” gözüyle bakılmaya başlandığını dile getiriyor.
Tanrıkulu sağlıkla ilgili taleplerin ikinci plana itildiğini ve görmezden gelindiğini belirterek, "Oysa bir ülkenin insan hakları ile ilgili durumunun en çarpıcı göstergesi cezaevindekilerin haklarına olan saygısıdır” diyor.
CHP'li hukukçu tahliye için Adli Tıp Kurumundan alınması gereken raporun çok uzun bir süreç gerektirdiğini, o sırada hastaların kaybedilebildiğini söyleyerek, bu nedenle söz konusu raporu verme yetkisinin Adli Tıp Kurumundan alınarak tıp fakültelerine bırakılmasını da öneriyor.
Gülsen Solaker/Ankara
© Deutsche Welle Türkçe