"Erdoğan’ın medyayı kontrol çabaları geri tepiyor"
20 Haziran 2020Washington merkezli düşünce kuruluşu Amerikan İlerleme Merkezi (CAP) tarafından yayımlanan "Türkiye Medyasındaki Değişim" başlıklı yeni bir araştırma, basın üzerindeki siyasi baskılar ve okurların değişen tercihleri hakkında çarpıcı sonuçlar ortaya koydu.
Araştırmada, Türk halkının medyaya artan güvensizliğini gözler önüne seren anket sonuçlarına yer verildi. Buna göre halkın yüzde 70’i, Türk basınının “taraflı ve güvenilmez bilgi sunduğu” görüşünde. AKP’ye oy veren geniş bir kesim de medyayı artık inandırıcı bulmuyor.
Raporu kaleme alan araştırmacılardan Andrew O’Donohue, DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı. “Bizim ulaştığımız bulgulara göre Erdoğan’ın medyayı kontrol etme çabaları geri tepiyor” diyen O’Donohue, Türk halkının sosyal medya ve internet haberleri gibi, hükümetin daha az kontrol edebildiği alternatif haber kaynaklarına yöneldiğine işaret etti.
Bunun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın genç AKP seçmenin desteğini kaybetmesine yol açabileceğine dikkat çeken Amerikalı araştırmacı, “Erdoğan’ın sosyal medyayı kontrol altına alma yönündeki çabası sonuç vermiyor” diye konuştu.
Sabancı Üniversitesi'nin İstanbul Politikaları Merkezi’nde (IPM) araştırmacı olan Andrew O’Donohue’ye, CAP için yaptıkları araştırmanın sonuçları hakkında yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: AKP hükümetinin sıkı kontrol ve baskısı altındaki Türk medyasını ve bunun halkın haber alma davranışlarına etkisini, araştırma şirketi Metropoll’ün 2018 yılında yaptığı özel bir anketten hareketle mercek altına aldınız. Size göre araştırmanızın ortaya çıkardığı en dikkat çekici sonuç nedir?
Andrew O’Donohue: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın medya üzerindeki kontrolü güçlenmiyor, tam da aksine, birçok açıdan bu kontrolü yitirmekte olduğunu gördük. Bizim ulaştığımız bulgulara göre Erdoğan’ın medyayı kontrol etme çabaları geri tepiyor.
Araştırmanızın sonuçlarına göre halkın yüzde 70’i Türk basınının “taraflı ve güvenilmez bilgi sunduğu”, hatta yüzde 56’sı da “basının hükümet kontrolünde olduğu, özgürce kendisini ifade edemediği” görüşünde. Bunlar son derece çarpıcı rakamlar…
Kesinlikle öyle. Bizim için özellikle çarpıcı olan iktidarı destekleyen seçmenler arasında da bu kanaatin yaygın oluşu. Örneğin MHP seçmenlerinin çoğunluğu, “Türkiye’de medya özgür değil” dedi. Ankete katılan AKP’li seçmenlerin yüzde 50’si, MHP seçmenlerinin ise yüzde 63’ü Türk basınını “taraflı ve güvenilmez” bulduğunu söyledi. Bu rakamlar çok yüksek tabii. Ayrıca Türkiye’deki medya kutuplaşması öyle kötü bir noktada ki toplumun genelinin güvenilir bulduğu tek bir medya kuruluşu dahi yok ne yazık ki… Bu, siyasi kutuplaşmanın olduğu ancak yine de halkın birkaç yayın kuruluşunu güvenilir olarak değerlendirdiği ABD gibi ülkelerden çok farklı, çok endişe verici bir durum.
Bunu neden çok endişe verici bulduğunuzu biraz açar mısınız?
Türk medyasına duyulan bu derin güvensizlik, Türkiye’nin ulusal güvenliği için büyük bir tehdit oluşturuyor. Çünkü hükümetin dış politikasının sorgulanmaması, somut bilgi ve verilere dayanarak haber yapılmaması, Türkiye örneğinde olduğu gibi bir ülkenin ulusal güvenliğine, büyük öneme sahip ittifaklarına zarar verebiliyor. Türkiye’nin Rus yapımı S-400 savunma sistemini alması buna çok iyi bir örnek. A Haber, CNN Türk, Yeni Şafak gibi hükümet yanlısı medyanın bu konuyu nasıl ele aldığına baktığınızda ‘radarın üstün menzil yetkinliğine’ odaklanıldığını görebiliyoruz. Ancak bu adımın gerçekte Türkiye’nin NATO ile ilişkilerine ne denli zarar vereceği konusunda tarafsız bir değerlendirme, sorgulama hiç yer almamış. Medyanın çok önemli ulusal güvenlik meselelerinde tarafsız değerlendirme gücüne sahip olmaması çok büyük bir ulusal güvenlik zafiyetine yol açabiliyor.
Raporunuzda Türk basınına azalan güven nedeniyle halkın haberleri artan oranda hükümetin daha az kontrol edebildiği sosyal medya ve internet medyası üzerinden edinmeye çalıştığına dikkat çekiyor, bunun artık Erdoğan için de tehlike oluşturduğuna işaret ediyorsunuz. Bu gidişat Erdoğan’a desteği azaltıyor mu?
Twitter’ın, yedi binden fazla hesabın Erdoğan’ı destekleyen, AKP yanlısı söylemlerin yayılmasını sağlamak için kullanılmakta olunduğu yönündeki ifşası, aslında bize Erdoğan’ın sosyal medyayı kontrol edemediğinin farkında olduğunu, ancak kendisine desteği muhafaza edebilmek için sosyal medyayı yönlendirmeye çabaladığını gösteriyor. AKP’nin koronavirüs salgını sırasında eleştirel paylaşımlarda bulunanları gözaltına alması da bu çabanın bir parçası. Ama Erdoğan’ın sosyal medyayı kontrol altına alma yönündeki çabası sonuç vermiyor, ayrıca sosyal medya ve online medyadan korktuğuna dair çok güçlü belirtiler var.
Araştırmamızda elde ettiğimiz istatistikler de Erdoğan’ın korkmakta son derece haklı olduğunu gözler önüne seriyor. Araştırmamız, sosyal medya kullanımının, geçmişte Erdoğan’a destek vermiş olanlar arasında, artık onun politikalarına onay vermeme ihtimalini artırdığını ortaya koyuyor. Sosyal medyanın, kendi seçmenlerinin desteğini kaybetmesine yol açması ve Ekrem İmamoğlu, Ali Babacan gibi muhalif siyasilerin sosyal medyayı fark yaratacak şekilde kullanıyor olmaları, Erdoğan’ı çok ciddi bir şekilde endişelendiriyor. Bunu görebiliyoruz…
Raporunuzda ayrıca sosyal medya ve haber sitelerinin, AKP’den kopmaları hızlandırabileceğine de dikkat çekiyorsunuz…
Erdoğan için asıl sorun MHP’nin desteğiyle birlikte çok az bir oy farkıyla iktidarının muhafazasını sağlıyor olması. Yani destek kitlesinde küçük bir oranda kopuş bile Erdoğan’ın siyasi geleceğini tehlikeye atabilir. Özellikle de hükümetin daha az kontrol edebildiği sosyal medyayı ve internet medyasını genç AKP seçmeni daha çok kullanıyor, onların desteğini kaybetme ihtimali çok olası. Araştırmamız sırasında şunu gördük: Erdoğan’ı en az destekleyenler, genç AKP seçmenleri. Erdoğan’ı "en kötü seçenekler arasında en iyi seçenek” olarak görüyorlar.
Sizce siyasi baskılar, artan kutuplaşma Türkiye’de gazeteciliğin kalitesini nasıl etkiledi?
Akademik çalışmalar sayesinde hem hükümet yanlısı hem muhalif basının, pek çok bakımdan aktif şekilde yanlış bilgi yayabildiğini görebiliyoruz. Örneğin, seçim dönemlerinde Sözcü ya da Cumhuriyet okuyan CHP seçmeninin, oy vereceği partisinin siyasi vaatleri hakkında daha az bilgi sahibi olduğu ortaya çıktı. Sözcü ve diğer bazı muhalif gazetelerde kimi zaman göçmen karşıtı, Suriyeli sığınmacılar hakkında yanlış bilgiler yer alıyor, bu çok yaygın.
Ama kanımca Türkiye basınının son yıllarda aldığı en büyük darbe, araştırmacı gazeteciliğin yapılamıyor oluşu. T24, ya da Medyascope gibi bağımsız basın organlarında bile ağırlıklı olarak sadece yorumlar yer alıyor. İçeriklerin büyük bölümü uzman ya da tanınan isimlerin kişisel görüşlerin aktarılmasından oluşuyor. Araştırmacı gazetecilik yapamıyorlar. Bu tür haberciliği yapanlar tutuklanabiliyor. Ama tek neden tutuklanma ihtimali değil. Bunun tabii mali nedenleri de var. Çünkü T24 gibi bir yayın organının yarı zamanlı bir köşe yazarı istihdam etmesi, tam zamanlı araştırmacı gazeteci istihdam etmesinden çok daha az maliyetli. Hükümetin yoğun baskısı altındaki basında, araştırmacı gazetecilik alanında yaşanan erozyon, Türkiye basınındaki en dramatik kayıptır.
Raporda Türk medyasındaki gerilemenin, aynı zamanda bazı yabancı aktörlerin Türk kamuoyuna yönelik dezenformasyon yetkinliğini de güçlendirdiğine dikkat çekiyorsunuz. Bunu açar mısınız?
Türkiye medyasının en büyük kaybedenleri araştırmacı gazeteciler, en büyük kazananları ise kendi mesajlarının yayılmasını isteyen yabancı aktörler. Bağımsız haberlere duyulan açlık sadece gençleri değil, pek çok farklı siyasi görüşte olanların haberleri Kremlin destekli Sputnik Türkiye ve Suudi Arabistan destekli Independent Türkçe’den takip etmesine yol açıyor. Son derece endişe verici olan, Sputnik Türkiye gibi yabancı destekli medya organlarının Türkçe ya da yerel basın organlarından çok daha popüler olmaları. Türkiye’de kamuoyu Kremlin ya da Suudi aktörler tarafından değil, Türk aktörlerinin haberleri, kanaatleri ile şekillenebilmeli.
Bu nedenle Türk basınında gelinen noktanın bir ulusal güvenlik meselesi olduğunu söylüyorum. Medyayı kontrol altına almak isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu hamleleriyle, paradoksal bir şekilde, bizzat kendisi, yabancı aktörlerin Türk kamuoyuna nüfuz edebilmelerini sağlayan fırsat penceresini aralamış oldu.
Salgın gibi dönemlerde basının kamuoyunu doğru bilgilendirme gibi hayati bir yükümlülüğü var. Koronavirüs salgını döneminde Türk medyasında çıkan haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de insanların, ‘Türk genleri sayesinde virüsün Türklere bulaşmayacağı” gibi haberlerle karşı karşıya kalmış olmaları son derece alarm verici bir durum. Bu tür ciddiyetsiz haberler, koronavirüse karşı acil olarak harekete geçilmesi gerçeğini sulandırdı. Ayrıca hükümet yanlısı basın kriz boyunca sürekli ‘Türkiye’nin dünyaya örnek’ olduğu mesajını verdi. Oysa basın, hükümetin daha hızlı bir şekilde, etkili önlemlerle eyleme geçmesini sağlamalıydı.
Türkiye’de tüm zorluklara rağmen basın özgürlüğü için mücadele eden gazeteciler, medya organları da var. Aslında siz de raporunuzda buna vurgu yapıyorsunuz. Umutlu musunuz?
Türkiye basını çok kasvetli bir dönemden geçiyor olsa da Türk halkına gerçekleri aktarabilmek için hayatlarını ortaya koyan, basın özgürlüğünü savunmak için cesaret gösteren kahramanlar var. Ayrıca Teyit ya da Doğruluk Payı gibi internet kullanıcıları için verileri, bilgileri doğrulayan, yanlış olanların ifşa edilmesini sağlayarak önemli roller üstlenenler de var. Yine yerel basının varlığını sürdürmesini sağlayan yerel gazeteciler var…
Özetle hükümetin medyayı kontrol etme girişimi pek tabii belirli ölçüde amacına ulaştı, oy almasına yaradı ama direnen çok önemli demokratik kesimler var ve yoğun bir mücadele sergiliyorlar. Ayrıca Türk halkı, geçmişte AKP ya da MHP’ye oy vermiş olanlar dahil, hükümetin medyayı manipüle ettiğini artık gördü ve daha bağımsız habercilik görmek istiyorlar. Türk basınının içinde bulunduğu durum, iç karartıcı ve trendler son derece endişe verici ama aynı zamanda Türk medyası ve halkının daha bağımsız haberciliğe erişime sahip olma isteği mevcut. Bu doğrultuda mücadele edenler var ve bu çok önemli.
Değer Akal
© Deutsche Welle Türkçe