Ezgi Can: Annemle babamı adaletsizlik öldürdü
25 Ekim 2019"Hatice Can?"
"Mevlüt Can?"
İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde duruşma için çağrı yapan mübaşirin sesi duyuluyor. Ancak ne Hatice Can ne de Mevlüt Can burada. Dört kişilik bir aileden geriye kalan kızları Ezgi Can var. Yüzü solgun olsa da dirayeti elden bırakmayan genç kadınla konuşuyoruz:
"Annem de babam da hiçbir sağlık sorunu olmayan insanlardı. Onları öldüren şey, evlat acısı. Ve adil bir yargılama yapılmaması. Onları öldüren, bu adaletsiz sistem. Biz her şeyi paylaşan bir aileydik, yol arkadaşlarımı kaybettim."
Dokuz sene önce ağabeyi Onur Yaser Can'ı yitiren Ezgi Can, 2014'te annesi Hatice Can'ı, iki hafta önce ise babası Mevlüt Can'ı kaybetti. Bugün aileden tek kişi kalmasına yol açan süreç, 2 Haziran 2010 tarihine dayanıyor.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi mezunu Onur Yaser Can, İstanbul Harbiye'de esrar satın aldığı iddiasıyla polis tarafından karakola götürüldü. 28 yaşındaki genç, nöbetçi savcının "İfadesini alıp bırakın" talimatıyla serbest kaldı. Ancak iki gün sonra tutanaklarda eksiklik olduğu gerekçesiyle yeniden ifadeye çağrıldı. İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü’nde işkenceye maruz kalmıştı, korkuyordu. Üçüncü kez şubeye çağırıldığı gün yani 23 Haziran 2010'da odasından çırılçıplak atlayarak intihar etti. Canına kıymadan önce arkadaşlarına, "Onurumla oynadılar, hakaret ettiler. Çırılçıplak soydurdular. Yere çökerttiler" demişti.
Cepten çıkan not: "Çırılçıplak soyulup yere çöktürüldüm"
Ezgi Can güçlü ama kalbi de kırık… "Ben biraz da herkese kırgınım aslında. Yalnız bırakıldığımızı düşünüyorum. Kitleselleşmedi dava" diyor. Beş yaş büyük ağabeyi ile çok iyi dost olduklarını söyleyen Ezgi, onu tek bir kelime ile anlatmak istese "Sanatçı" diyeceğini söylüyor. "Çok başarılı bir mimar, yetenekli bir müzisyen ve ressamdı. 20 gün içinde işkenceyle kendinden nefret etmesini sağladılar" diyor. Onur Yaser Can'ın, ölmeden bir gün önce bıraktığı, kot pantolonun arka cebinden çıkan notta, "Çırılçıplak soyulup, yere çöktürülüp öksürtüldükten sonra ulaştığım no'yu ve ismi verdim. Korkuyordum" yazmıştı.
Hayatı ağabeyinden öğrendiğini söyleyen Ezgi, onun kaybıyla aynı zamanda çok iyi bir dostunu yitirdiğini dile getiriyor. Yalnız ağabeyi değil, annesinin de ona çok iyi bir dost olduğunu anlatıyor. Anne Hatice Can sesini duyurmak için oğlunun ölüm yıl dönümünde gazetelere ilan verdi. "Ey oğul, maviş oğul" sözleriyle başlayan ilanda anne Can, oğlunun, hayatının baharında "İşkenceye sıfır tolerans" ilkesini benimsediğini iddia eden bir iktidar zamanında can verdiğini söylüyordu. "İnanıyoruz ki insanlığın 'onur'u kazanacak. Rahat uyu oğul" diye bitiyordu ilan.
"Annem, günahsız annem"
Hatice Can, yargıya sığınmıştı. Eşi ve kızı ile davadan hakkaniyetli bir karar çıkması için canını dişine taktı. Ancak beklediği olmadı. İki polis memuru, Onur Yaser Can'ın emniyetteki ifadesinde değişiklik yaptıkları gerekçesiyle "resmi belgede sahtecilik" suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. İşkence suçundan ise haklarında takipsizlik verildi. Hatice Can, yerel mahkeme kararının Yargıtay'a taşındığı süreçte yaşadıklarına dayanamadı. Mart 2014'te bir pazar sabahı kahvaltının ardından gazetelerini okuduktan sonra balkondan atlayarak yaşamına son verdi. Oğlu gibi canına kıydığında 56 yaşındaydı. Ezgi Can annesini, "Annem, günahsız annem" sözleriyle uğurladı.
Annesinin çocuklarına çok emeği geçtiğini anlatan Ezgi, "Bizim için yapamayacağı şey yoktu. Ben onun sayesinde müziğe yöneldim" diyor. Fransa'da yaşayan Ezgi, bir müzik grubunda klarnet çalıyor. Annesi Hatice Can'ın en az çocukları kadar emek verdiği bir şey daha olduğunu söylemeden geçmiyor:
"Kadın hareketine oldukça emek harcadı. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nde çalışmıştı. Türkiye'de yaşayan her kadının üzerinde emeği var."
"İki tane mavişimi kaybettim"
Baba Mevlüt Can, eşiyle oğluna "Mavişim" diye hitap ediyordu. Hatice Can'ı da kaybettikten sonra, "İki tane mavişimi kaybettim. Hatice ile canlarımız farklı yanıyordu. Ben araştırma yapacak güç buluyordum. O ise son zamanlar artık dayanamıyordu" demişti. Mevlüt Can da adalet bulamamaktan şikâyetçiydi. "Duvara konuşuyorsunuz" demişti. "Duvardan bile ses gelir. Oğlum için adalet istiyorum."
Baba Can'ın gelmeyen adalete dayanamayan vücudu geçtiğimiz günlerde, 8 Ekim'de iflas etti. Ezgi Can, ağabeyi ve annesinin ardından babasını da kaybetti. Ezgi Can'a göre, görülen dava basit bir evrakta sahtecilik davası değil, bir işkence davası… "Geriye ben kaldım. Benim canım kaldı" diyen Ezgi, dokuz yıldır süren mücadele uğruna hem annesini hem de babasını kaybettiğini düşünüyor:
"Öyle güzel üç insan katledildi ki sırf benim değil insanlığın da kaybı. Adaletsizlik sebebiyle gittiler. Onların emekleri sayesinde dava bu aşamaya geldi."
Ezgi'nin en büyük temennisi, polis amirlerinin de dosya kapsamında yargılanması ve işkence suçundan sorumlu olanların cezalandırılması… Babası Mevlüt Can'ın tüm acısına rağmen dik durarak dosya için titizlikle çalıştığını, yargının yapması gerekenleri dedektif gibi kendisinin yapmak zorunda kaldığını anlatıyor.
"Ne kadar çabaladığına davayı takip eden herkes tanık. Davanın geldiği aşama babam sayesinde… Gittiğine halen inanamıyorum. Savcısından hakimine herkesin düşünmesi lazım: Neden gitti bu insanlar? Bu mahkemenin gözü önünde gittiler."
Dosya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşındı
Evrakta sahtecilik yaptıkları gerekçesiyle 25 Ekim'de görülen duruşmada iki polis memuru 6 yıl 5 ay 15'er gün hapis cezasına çarptırıldı. Can ailesi, işkence ve cinsel saldırı suçlamalarıyla şikâyetçi olmalarına karşın polis memurlarına işkence suçundan takipsizlik kararı verilmesi üzerine 2014 yılında dosyayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşımıştı. Ezgi Can, hukuk mücadelesini sonuna kadar götürmeye kararlı. İnancı olmasa da, inadı var:
"Hiçbir karar benim için adil olmayacak çünkü bütün ailemi kaybettim. İnancım var mı diyorsan, yok. Benim bu ülkeyle ilgili çok bir inancım kalmadı. Ama diri tutmaya çalışıyorum çünkü her şeye rağmen seviyorum bu ülkeyi."
Burcu Karakaş
© Deutsche Welle Türkçe