'Hak ihlalleri kitleselleşiyor'
25 Ocak 2016Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) son raporuna göre, 6 Ağustos 2015-21 Ocak 2016 tarihleri arasında Güneydoğu'da uygulanan sokağa çıkma yasaklarında 198 sivil hayatını kaybetti. Raporda en az 1 milyon 377 bin kişinin en temel yaşam ve sağlık haklarının ihlal edildiğine ve bu süre içerisinde, 39’u çocuk, 29’u kadın, 27’si 60 yaş üstü insan olmak üzere en az 198 sivilin yaşamını yitirdiğine dikkat çekiliyor. Sivil ölümleri ve sokağa çıkma yasaklarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Eski Yargıcı, hukukçu Dr. Rıza Türmen'e sorduk.
DW Türkçe: Sayın Türmen, Güneydoğu'daki sivil ölümleri insan hakları açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rıza Türmen: Bunun insan hakları açısından birkaç yüzü var, bir tanesi güvenlik güçlerinin orantılı güç kullanmaması. Güvenlik güçlerinin hendekleri kapatmak için PKK'ya karşı kullandığı güç orantılı güç değil. Güvenlik güçleri ateşli silahları ne zaman kullanmalıdır, bunun standartları vardır. AİHM kararlarında da bulursunuz, BM ateşli silahlar kullanma yönetmeliğinde de bulursunuz. Kendinize karşı ya da başkasının hayatına karşı bir tehdit varsa eğer, güvenlik güçleri bu tehdidi ortadan kaldıracak şekilde silah kullanabilir. Ama Güneydoğu'da bu böyle yapılmadı.
İkinci olarak orantısız olarak yapılan şey sokağa çıkma yasakları. Çok sayıda mahallenin, ilçenin günlerce, belli olmayan bir süre için, günde 24 saat yüzlerce insanı evlerinin içine hapsetmek, onları elektrik, su, temel sağlık ihtiyaçlarından mahrum bırakmak başka bir orantısız mukabele. Bu yüzden de çok sayıda insan öldü. Bunlar insan hakları bakımından yaşam hakkı ihlali. Bu kötü muamele insanlığa karşı muamele yasağını da deldi; çünkü günlerce yollarda cesetler kaldı ve kaldırılamadı. Bu cesetlerin insan haysiyetine yaraşır şekilde defnedilmemesi, yakınlarına ızdırap verdi. Bu ızdırap kötü muameleye girer. Üçüncüsü insanların evlerine belirsiz bir süre için hapsedilmeleri, her türlü temel ihtiyaçtan mahrum bırakılmaları kişi güvenliği mahrumiyetine girer.
DW Türkçe: Güneydoğu'da uygulanan sokağa çıkma yasaklarının yasal dayanağı nedir?
Rıza Türmen: Bu çok tartışmalı mesele. Deniyor ki, yasal dayanağı iller kanunudur, iller kanunu valililere kamu güvenliğini sağlamak için tedbir alma yetkisi verir. Verir ama valilere kitlesel insan hakkı ihlal etme yetkisi vermez. Yasal dayanak olsa bile bunun AİHM standartlarına uygun bir kanun olması lazım. Valilere sonsuz bir yetki veren bir kanun elbette ki bu standartlara uygun değil. Bütün bunlar nedeniyle kişi güvenliğinden mahrumiyetle ilgili bir insan hakları ihlali doğuruyor.
DW Türkçe: Bu yaşananlar Türkiye'yi hukuki bakımdan nasıl bir tablo ile karşı karşıya bırakacak?
Rıza Türmen: Çok ilginç bir gelişme oldu. Sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili olarak AİHM'e dava açanlar bir tedbir kararı istediler. AİHM sokağa çıkma kararı ile ilgili genel tedbir kararını reddetti. Fakat sonra, somut kişilerle ilgili olarak -sokakta yaralı olarak kalan 16 yaşındaki Hüseyin vardı mesela ki öldü sonra- AİHM anayasa mahkemesine gidilmesini beklemeden, iç hukuk yollarının tükenmesini beklemeden tedbir kararı verdi. Bunun gibi somut kişisel olaylarla ilgili tedbir kararı aldı. Bu çok ilginç; zira bu tedbir kararlarını Anayasa Mahkemesi'ne gidilmesini beklemeden aldı. Bunun anlamı şu, AİHM Türkiye'de iç hukuk yollarını tükenmesini beklemekten vazgeçiyor. 90'larda büyük kitlesel davalar geldi Güneydoğu'dan AİHM'e. AİHM'in o zamana kadar görmediği korkunçlukta davalardı; yargısız infazlar, gözaltında kaybolmalar, köy boşaltmalar vs.. Türkiye aleyhine çok fazla karar çıktı. Orada AİHM'de facto olarak bunun bir idari uygulama olduğu sonucuna vardı ve iç yargı yolunun tüketilmesini beklemedi. Şimdi de sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili böyle bir gelişme ortaya çıktı. Anayasa Mahkemesi'ne gidilmesini beklemeden kendisine gelinmesini kabul etti.
DW Türkçe: Yani AİHM Türkiye'deki iç yargı yollarına güvenini mi kaybetti?
Rıza Türmen: Tedbir kararları bakımından böyle bir şey var, ayrıca bu kararların aciliyeti de var. AİHM 90'lardaki gibi bunun idari bir uygulama olduğu yönünde karar verebilir. İç yargı yoluna gitmese bile kendisine gelen davaları kabul edebilir. Böyle bir şey yaparsa bu Anayasa Mahkemesi bakımından çok ağır bir darbe olur. Anayasa Mahkemesi'nin etkili bir yargı yolu olmadığı ortaya çıkar. Henüz böyle bir şey olmadı ama bu düşünülmesi gereken bir ihtimal. Çünkü Türkiye'deki insan hakları ihlalleri 90'lardaki gibi kitlesel bir nitelik kazanmaya başladı. Devletin ihmalinden, fiillerinden kaynaklanan bir sistematik gösteriyor ve çok sayıda dava var. Davaların kitlesel nitelik kazanması idari uygulama olduğuna dair AİHM'de bir kanaat oluşmasına yol açabilir. Türkiye insan hakları bakımından çok zor bir döneme giriyor.
DW Türkçe: Türk hükümeti Güneydoğu'da PKK'ya karşı yürütülen operasyonları ‘terörle mücadele' operasyonları olarak değerlendiriyor. Devletlerin bu tür durumlarda geçici süreyle insan haklarına ilişkin düzenlemeleri askıya alma hakkı var mı?
Rıza Türmen: AİHM'in 15'inci maddesi buna izin veriyor. Devletin hayatına karşı bir tehdit varsa orantılı bir biçimde, gerekli olduğu ölçüde hepsi olmamakla birlikte, bazı maddeler askıya alınabilir. Türkiye bu yola gitmedi ama bu yola gittiği zamanlarda -90'larda gitmişti bu yola- AİHM bunu kabul etmedi. Türkiye kendi anayasası gereğince sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilan edebilir, fakat bunun için bakanlar kurulu kararı gerekir. Böyle bir şey yapılmadı. Yapılsaydı eğer, o zaman sokağa çıkma yasaklarının sağlam bir hukuki dayanağı olurdu. Şimdi böyle bir hukuki dayanağı da yok sokağa çıkma yasaklarının. İller kanunlarının valiye verdiği yetkiler pek de sağlam bir dayanak oluşturmuyor.
DW Türkçe: Kürt sorununun çözümü için yeni anayasada ne tür değişiklikler yapılmasını önerirsiniz?
Rıza Türmen: Devletin anlaması gereken bir gerçek var, bu sorun silahla çözülmez. Dünyanın hiçbir yerinde etnik bir çatışma silah yoluyla çözümlenmemiştir. Mutlaka müzakere edip barışçıl bir çözüm bulmak lazım, bunun için ateşkes yapmak, çatışmanın durdurulması lazım. Devletin görevi, mümkün olduğu kadar fazla sayıda insan öldürmek değildir, barışı sağlayacak adımlar atmaktır. PKK'nın da tabii insani hukuktan bir takım yükümlülükleri vardır, sivil halkın canına malına zarar vermemek gibi. Cenevre protokollerinin iki numaralı ek protokolü bunu öngörür. O da bunu yapmıyor. İki tarafın da çatışmanın durdurulması ve barışçıl çözüme gitmek için irade ortaya koyması gerekir.
Çözüm anayasadan geçiyor. Eşit vatandaşlık, adem-i merkeziyetçilik, kendi dilinde eğitim, bütün bunlar için anayasa değişikliği gerekiyor. Kürtlerin Kürt kimliğiyle Türkiye'de eşit vatandaş olarak yaşamasını sağlayacak olan anayasa değişikliğidir, anayasa değişikliği kaçınılmaz çözümdür.
© Deutsche Welle Türkçe
Söyleşi: Başak Özay