‘İslamofobi değil, Müslümanofobi’
31 Ağustos 2013Avrupa ülkelerinde çoğu göçmen asıllı yaklaşık 40 milyon Müslüman yaşıyor.
Almanya gibi ülkelerde artık üçüncü, dördüncü kuşak Müslümanlar, siyasetten spora, kültürden sanata farklı alanlarda başarılarıyla adlarından söz ettiriyor. Ancak Müslümanların uzun bir tarihi geçmişe sahip oldukları Avrupa ülkelerinde İslam hakkında önyargılar, ayrımcılık ve ırkçılık büyük sorun oluşturmaya devam ediyor.
Müslümanları hedef alan şiddet olayları ise kaygı nedeni. Kimi siyasetçiler, bu olaylara dikkat çekerken, “İslamofobinin” suç kapsamına alınmasını talep ediyor. Karşıt görüştekiler ise böyle bir adım atılması durumunda, İslam'a yönelik eleştirilerin de suç kapsamına gireceğini, ifade özgürlüğünün zedeleneceğini kaydediyor.
DW'nin sorularını yanıtlayan Strasbourg Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Samim Akgönül, İslamofobi yerine Müslümanofobi kavramının kullanılması gerektiğini kaydediyor. Prof. Dr. Akgönül, “İslam'ı dogmatik bir düşünce sistemi olarak eleştirmek ne kadar meşru ise, “Müslüman” olarak algılanan insanları bu eleştiriden hareketle ayrımcılığa tabi tutmak o kadar kabul edilemez” görüşünü dile getiriyor:
DW: Batı’da ırkçıların Müslümanları hedef alan artan saldırılarının ardından, İslamofobi kavramı yaygın bir şekilde tartışılıyor. İslamofobi tam olarak ne anlama geliyor?
Prof. Dr. Samim Akgönül: İslamofobi kavramı, aslında eski bir kavram. Kökleri Fransa'nın sömürge bölgelerindeki politikalarını eleştiren, dönemin sömürge karşıtlarına kadar iniyor. Ancak günümüzde kullanılması, 11 Eylül 2001'den itibaren hız kazanıyor. Benim açımdan İslamofobi, İslam'dan korkmak ve onu eleştirmek. Bu haliyle bir sorun görmüyorum. Herhangi bir düşünce sistemi eleştirilebilir. Herhangi bir dogmatik sisteme kutsallık ve dokunulmazlık atfetmiyorum. Ancak iki nüans eklemek gerek. Bu tarz düşünce İslam’ın çoğulluğunu ve İslam’a ait olmanın çeşitliliğini reddedip doğal olarak hayali ve tek tip bir "İslam" kavramı inşa ediyor. Bu tehlikeli ve yanlış. İkincisi İslamofobi, Müslüman sosyal grubuna ait olan bireylere yönelik nefret söylemine ve günlük hayatta ayrımcılığa yol açıyorsa bu da ırkçılıktır. Aradaki çizgi çok ince. İslam’ın bazı yorumlarında kadının hukuki statüsünü eleştirmek başka, Müslüman olduğunu çağrıştıran bir isme sahip bir bireye iş vermemek başka.
DW: Batıda bazı entelektüel kesimlerde birtakım nedenlerle İslam'ın tehlikeli bir din gibi algılandığını söylüyorsunuz, bunun nedenleri nelerdir?
Prof. Dr. Samim Akgönül: Bu durumun yapısal ve güncel sebepleri var. Yapısal sebepler en önemli ve en derinleri. 1990 sonrası Batı dünyasında bir taraftan Batılı entelektüeller "Biz kimiz?" sorusuna yanıt ararken diğer taraftan her kimlik tarifi için şart olan yeni bir “öteki” inşa ettiler, o da "İslam" oldu. Huntington'ın “Medeniyetler Çatışması” tezi ne kadar yüzeysel olsa da derin izler bıraktı ve birtakım sağ entelektüeller İslam’ın Batı'nın evrensel değerlerine uyum sağlayamayacağı konusunda hemfikir oldular. Bu konuda haksız değildiler, zira İslam da dinsel bütün dogmatik sistemler gibi bu değerlerle çatışıyordu, aynen Hrıstiyan ya da Yahudi dinsel dogmaları gibi. Ancak Avrupa'daki Müslümanların sekülerleşmiş kısımları görünür olmadığından ve azınlık psikolojisi ile dine daha bağlı olduklarından bu "İslam korkusu" "Müslüman korkusuna" dönüştü. Daha açık söylemek gerekirse aslında söz konusu olan İslamofobi değil Müslümanofobi. Buna ek olarak güncel durum yani ekonomik kriz, göç kavramının menfi bir algılamaya dönüşmesi, Ortadoğu’nun çalkantıları bu Müslümanofobiyi körüklemekte.
DW: Müslümanlara karşı son yıllarda saldırıların artışını neye bağlıyorsunuz?
Prof. Dr. Samim Akgönül: Bu saldırıların arttığını söylemek iddialı olur. Bunun algılamayla ilgili bir açıklaması var. 1980'lere kadar yapılan etnik ırkçı ya da alt sosyal gruplara karşı uygulanan fiziksel ve de en önemlisi sembolik şiddet 1990'lardan itibaren dinsel bir gruba yapılır olarak algılanmaya başladı. Hem şiddetin görünürlüğü arttı, hem de Müslümanların, Müslüman olarak görünürlüğü arttı. Daha önce, Arap, Türk, işçi ya da fakir olarak kategorize edilenler, artık "Müslüman" olarak kategorize ediliyorlar ve bir kısmı da kendini bu şekilde algılıyor.
DW: Geçen mayıs ayında Londra'da bir İngiliz asker iki İslamcı tarafından öldürülmüştü. Bu saldırıdan sonra, Müslümanlara karşı saldırıların arttığı söyleniyor. Bu gibi münferit olaylara kamuoyu nasıl yaklaşıyor?
Prof. Dr. Samim Akgönül: Her şiddet, şiddeti uygulayanın aidiyet grubuna göre kategorize edilir. Yani şiddet mağduru "birey" olarak algılanırken, şiddeti uygulayan bir grubu temsil edermiş gibi algılanır. O yüzden "İslamcılara" atfedilen şiddet genelde Müslümanlara karşı önyargıyı keskinleştirir. Ancak elbette bunun tersi de doğru. Irkçı söylemler, her yerde karşıda bir monolitik grup görürler.
DW: Arap ülkelerindeki hareketlenmeler Batı kamuoyunda nasıl karşılanıyor? Bunlar, Müslümanlara bakışı nasıl etkiliyor?
Prof. Dr. Samim Akgönül: Arap ülkelerindeki hareketlenmeler çok yönlü ve dinamik. Arap Baharı; Batı'ya, Doğu'nun toplumlarının diktatörlere mahkûm miskin birer güruhtan ibaret olmadığını gösterdi. Arap Baharı'nda da başlangıç noktası din değil, toplumsal taleplerdi. Tunus, Mısır, Suriye gibi kimi yerde bu kimliksel taleplere de dönüştü. Bu hareketlenmelerin Batı'da algılanmasından çok daha önemli olan, Avrupa Müslümanlarının bu durumu nasıl algıladıkları. Batı'nın hareketsizliği, Batı içinde doğmuş Müslümanları içinde yaşadıkları topluma karşı tepkisel bir söyleme itiyor.
DW: Birlikte yaşama kültürünü geliştirmek için ne yapmalı?
Prof. Dr. Samim Akgönül: Birlikte yaşama söylemini terk etmeli. Zira "birlikte yaşama" kavramı, gruplar arasında etkileşim olmadan yan yana yaşamayı çağrıştırıyor. Oysa toplumsal hayat dinamik bütün gruplar bütün gruplardan etkileniyor, değişiyor, dönüşüyor. Bu dönüşümü bir tehlike olarak algılamaktan vazgeçmek şart. Çoğulluk çokluk değildir. Kültürler ve dinler birbirleriyle ilişki içerisinde evrilirler.
©Deutsche Welle Türkçe
Söyleşi: Canberk Beygova
Editör: Ayhan Şimşek