“İnsan hakları için 2018’den umutluyum”
10 Aralık 201710 Aralık İnsan Hakları Günü. 10 Aralık 1948'de kabul edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin yıl dönümü tüm dünyada insan haklarının temel prensiplerinin tesis edilmesi ve korunması için hatırlatıcı bir nitelikte.
Türkiye'de özellikle 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini takiben ilan edilen olağanüstü hal şartlarında ülkenin insan hakları karnesini, mevcut durumun 1980'li ve 1990'lı yıllardaki hak ihlalleri ile bir karşılaştırmasını ve önümüzdeki yıldan beklentileri Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı ve insan hakları aktivisti Şebnem Korur Fincancı ile konuştuk.
DW Türkçe: Türkiye’de insan hakları bakımından nasıl bir yıldı? İhlaller sizce münferit mi, yoksa sistematik ihlallerden bahsedebilir miyiz?
Şebnem Korur Fincancı: Türkiye'de sistematik ihlallerden her zaman bahsedebiliriz. Zaten Türkiye'de münferit kavramı hiçbir zaman geçerli olmadı. İnsan hakları savunucuları uzun yıllardır mücadele ediyorlar ve bir takım usül güvencelerinin hayata geçirilebilmesini sağlayabilmiş durumdalar. Ama bunlara rağmen Türkiye'de cezasızlık çok önemli bir sorun. Cezasızlık sorunu da bizim için zaten sorunun ne kadar sistematik olduğunu gösteren bir bulgu. Çünkü ihlallerin bütün bir şekilde görünür kılınmış olmasına karşın, sorumluların yargı önüne getirilmesinde, yargı önüne gelseler bile ceza kararlarının çıkmasında ve cezaların uygulanmasında sorunlar var.
DW Türkçe: 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana kamuda açığa alınmalar, meslekten çıkarmalar ve kimi zaman tutuklamaların sistematik yapısı sizce insan hakları ihlalleri bağlamında değerlendirilebilir mi?
Korur Fincancı: Elbette değerlendirilebilir. Başta yaşam hakkı olmak üzere, (Birleşmiş Milletler'in) Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'nde de, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nde de çalışma hakkının düzenlenmesinde de ve çalışma hakkına yönelik ihlallerde de insan hakları kavramından söz ediyoruz. Her birinin öncülü İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi geniş olarak tanımlamakla birlikte ardından onu izleyen (ve yukarıda adı geçen çeşitli sözleşmelerle) çalışma hakları ayrıntılı olarak tanımlanmış durumda.
Herhangi bir somut delil göstermeden ve yargılama süreçleri işletilmeden insanların işlerinden çıkartılmış olması başlı başına çalışma hakkının ihlali niteliğindedir. Bir yılı aşkın bir süredir insanlar işsiz. Ek olarak (devletin, bu insanların) özellikle başka işlerde çalışmasını da engelleyecek bir biçimde Sosyal Güvenlik Kurumu'na (SGK) yaptığı bildirimlerle uyarı verdiği için insanlara iş verilmemesi ya da iş verilse bile bunun işveren tarafından bir sömürü aracı olarak kullanılması, SGK'da haklarında uyarı çıkan kişilerin uyarı belirdiği için düşük ücretli işlerde çalıştırılmaları söz konusu oluyor.
DW Türkçe: Her ne kadar Türkiye’nin insan hakları durumu halen idealden uzak olsa da, 1980’li ve 1990’lı yıllar hatırlandığında sizce bu alanda bir ilerlemeden bahsedebilir miyiz?
Korur Fincancı: 1980'ler ve 1990'larda özellikle yaşam hakkı ihlallerinin çok ağır düzeyde olduğu, faili aslında belli, devlet eliyle gerçekleştirilen ölümlerin, yargısız infazların söz konusu olduğu süreçler yaşadık. (Yine aynı dönemde) gözaltı süreçlerinin uzunluğu nedeniyle işkencede ölümler, kaybedilmeler söz konusuydu. Tabii, usül güvencelerinin geliştirilmesiyle, insan hakları mücadelesinin ilerlemesiyle ve bir takım yasal düzenlemelerle birlikte bu tip ihlallerin sınırlandırıldığını görebiliyoruz.
Ama yine de, örneğin 15 Temmuz (2016 darbe girişimi) sonrasında gözaltında ölüm olaylarıyla, ağır işkencelerle karşılaştık. Elbette geçmişteki bir takım işkence yöntemlerinin yaygın olarak kullanılması söz konusu değilse de bu, devletin iyi niyeti ve insan haklarına saygısı nedeniyle değil, insan hakları mücadelesi yürütenlerin, özellikle de bu anlamda sağlık çalışanlarının konuyla ilgili yaptığı araştırmaların işkence uygulayıcılarına geri adım attırmasıyla mümkün oldu. Dolayısıyla, o anlamda bir karşılaştırmada yöntemlerin ağırlığı ve ortaya yaşam hakkını ihlal ederek koyduğu boyutu eskisi gibi olmasa da, farklı boyutlarda ağırlıklar taşıyan işkence ve hak ihlalleri söz konusu. Örneğin insanları sivil ölüme mahkum etmek; bir aileyi çocuklarıyla okulsuz, işsiz, evsiz bırakmak; onların damgalanmasına neden olmak; dışlanmasına yol açmak gibi durumların her biri aslında çok ağır ihlaller.
İnsanları ülkeden kaçmak zorunda bıraktırmak, bundan başka çarelerinin olmaması ve bu kaçışlar sırasında yollarda ölümle karşılaşmaları (diğer örnekler). Sonuçta her dönemin kendine özgü, daha ağır, daha yıkıcı ihlalleri var aslında.
DW Türkçe: Sizce insan haklarının evrensel bir şekilde tesisi için Türkiye’nin önündeki en büyük engeller nedir?
Korur Fincancı: Bu süreçte özellikle toplumun sessizliğe mahkum edilmiş olması en önemli engellerden bir tanesi. Çünkü toplum tarafından tartışılması, kamuoyunda farkedilmesi ve ayrım yapılmaksızın herkes için hak ihlallerine eleştirel gözle bakılabilmesinin aslında toplumun bu konudaki duyarlılığıyla mümkün. Ama tabii bu ihlaller tam da toplumda korku yaratmak, insanları sessizleştirmek için yapılıyor. Dolayısıyla karşılıklı bir kısırdöngünün ortaya çıkması söz konusu.
Burada özellikle pek çok insan hakları örgütünün 15 Temmuz sonrasında kanun hükmünde kararnamelerle kapatılmış olması, bir darbe girişimi sonrası hakları kısıtlayacak olağanüstü hâl sisteminin Türkiye'de yeniden hayata geçirilmesi gibi unsurlar maalesef (insan haklarının tesisini) engelleyen ciddi sorunlar.
DW Türkçe: Gelecek seneyle ilgili beklentileriniz nelerdir? OHAL şartlarının sonlandırılması mevcut ihlallerin azalmasını beraberinde getirir mi?
Korur Fincancı: Türkiye'de ciddi bir sistem sorunu bulunuyor. Tabii ki bu sistemde demokratik bir ortamın olmadığı muhakkak. Toplumun bütün bu baskılara, şiddete ve sindirmeye belli bir dayanma ölçüsü bulunuyor ve demokrasiyi olanaklı kılacak mekanizmaları devreye sokması gerekiyor. Dolayısıyla önümüzdeki yıl içinde, özellikle iktidarın çok fazla teşhir olması nedeniyle toplumda daha fazla tepki ve bu süreç içinde de bir değişim bekliyorum. Özellikle (beklenen) ekonomik krizle birlikte (ülkeyi) toparlayabilmek ve baskıları arttırmak amacıyla ufukta bir erken seçim ihtiyacı görünüyor. Ama bu erken seçim de onların (iktidarın) siyaset tarihinin çöplüğüne gömülmesine yol açacak gibi görünüyor. 2018 için umutluyum yani.
Söyleşi: Çağrı Özdemir
© Deutsche Welle Türkçe