Türkiye NATO'dan uzaklaşıyor mu?
21 Kasım 2016DW Türkçe: Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi alması, nasıl bir işbirliğine işaret ediyor?
Metin Gürcan: 24 kilometre ve üstü yüksek irtifa hava savunma sistemi projelerinden, Türkiye’nin hava ve füze sahasının korunmasından söz ediyoruz. Ankara; Rusya, Çin, Amerika ve Avrupa’dan almak yerine Rusya’dan almayı tercih ediyor. Çünkü Batı sistemiyle varoluşsal sorunlar yaşanıyor. Batı savunma bloğu Ankara’nın güvenlik sorunlarını tam anlayamadı, gereken ilgiyi gösteremedi. 5-6 milyar doları bulan bu stratejik ve siyasi projeler öyle ‘aldım, bitti’ olmayacak. Eğitimden, ortak tatbikata kadar bir ortak stratejik kültürü, işbirliğini beraberinde getirecek. Rusya’yla yaşanan yakınlaşmanın bir sonucu olduğunu görüyoruz. Ayrıca; düşük maliyet, teknoloji transferi ve ortak üretim konusunda da demek ki Rusya, Ankara’ya çok daha yakın durdu.
Bu durum, Türkiye’nin NATO müttefiklerinden uzaklaşması anlamına mı geliyor?
Gürcan: Evet. Rusya’dan S-400 almak Türkiye’nin savunma yapısının Batıcı, NATO yanlısı özelliğinden uzaklaşması, bunda değişiklik olması anlamına gelecek. Ankara’nın stratejik koridorlarında NATO’nun Türkiye’nin güvenlik çapası mı, prangası mı tartışması var. Rusya; Türkiye’deki gelişmeleri daha iyi okudu. NATO; Türkiye’ye politik ve Erdoğan üzerinden yaklaşınca Türkiye’yi tam algılayamadı.
Türkiye ve Rusya Suriye’de rakip tarafları destekliyor. Bu; iki ülke ilişkisi açısından ne kadar belirleyici?
Gürcan: Türkiye için çok belirleyici, Rusya için teferruat. Türkiye'nin YPG konusunda çok hassasiyeti var. Kandil'den Afrin'e uzanan PKK koridoru Türkiye için birinci tehdit. Rusya’nın ise Suriye’de üç önceliği var: Şam yönetiminin Baas-Rus yanlısı sol seküler karakterini koruması, Doğu Akdeniz’in güvenliği, Suriye hava sahasını ABD’ye kaptırmamak. Bu belirleyici ilkeler doğrultusunda taraflar çıkar ilişkisiyle birbirlerini anlamaya çalışacak.
Trump’lı ABD-Rusya-Türkiye arasındaki denge sizce nasıl olacak? Özellikle Irak ve Suriye’deki çatışmalara bakıldığında…
Gürcan: Trump’ın, kabinesini oluştururken radikal İslamcı terörle olan mücadeleyi öncelik yaptığını görüyoruz. Bu kabine Suriye’deki ılımlı muhalifleri cihatçı olarak görüyor. Amerika’nın yeni dönemde ‘izolasyoncu’ olacağı tezine katılmıyorum. Trump; çıkar odaklı çalışacak. ABD’nin aşırı çıkarcı bakışı uzun vadede Türkiye’ye kaybettirebilir. Amerika-Rusya-Türkiye hattında dengenin zorlaşacağını söyleyebiliriz. Trump; Avrupa’yı ve NATO’yu takmıyor bu da Türkiye'yi etkileyecek.
Trump’ın başkanlığıyla birlikte IŞİD’e karşı mücadelenin tonu değişecek mi? Değişirse, Türkiye’ye nasıl yansıyacak?
Gürcan: Trump, IŞİD’i bir hastalık olarak görüyor ve ‘yok edilmeli’ diyor. Türkiye’ye göre bir ‘neden’ olan IŞİD, Trump’a göre bir ‘sonuç’. Bu yüzden Trump, küresel radikal İslamcı olarak tanımladığı silahlı aşırı selefi akımlarla mücadeleyi sertleştirecek. IŞİD; bir savaş makinesi, denetimsiz bir yapı, etkin bir propaganda değirmeni ve halen bir zihniyet. Trump; IŞİD’in savaş makinesi ve denetimsiz bir yapı özellerini baz alarak daha çok bombalayacak. Bombaladıkça; küresel sünni mobilizasyonda IŞİD’in etkinliği artacak. IŞİD; Suriye ve Irak’ta sıkıştıkça kendine Batı yönünde yeni yer arayacak ve en yakın olduğu için de yönünü Türkiye’ye çevirecek. Eğer; Türkiye’de kurduğu hücre yapılar Avrupa ve Amerika’da eylemlere imza atarsa Türkiye o zaman terörist ihraç eden konuma düşebilir. İşte bu Türkiye için felaket senaryosudur. Amerika'daki FETÖ'cüler de bu senaryoya oynuyorlar ve Türkiye’yi aşırı selefi terör ihraç eden ülke gibi göstermeye çalışıyorlar. Türkiye bu noktada lobicilik faaliyetleri yapmalı ve kendini daha iyi anlatmalıdır.
Türkiye için IŞİD tehlikesini bertaraf etmenin yolu nedir? Tehlike hangi boyuta ulaşmıştır?
Gürcan: Türkiye'nin counter-terör stratejisi tasfiye etmek, yok etmek üzerine kurulu. Oysa Türkiye IŞİD’in bir zihniyet ve propaganda değirmeni olduğu yönlerine bakmalı, “Ben bu çatışma dinamiğini dönüştürerek nasıl aşarım” demeli. IŞİD; devlete değil, bireye ve topluma dönük eylemler üzerinde duruyor. IŞİD’in Türkiye’de bir hanefi-sünni Türkler ve ötekiler yaratma gibi bir çabası var. Türk toplumunu ayrıştırmaya çalışıyor. Türkiye’nin bunlara odaklanması gerekiyor.
Türkiye; Amerika'nın hastalık dediği IŞİD için ‘mevcut hastalığın bir sonucudur’ diyerek yeni bir tez önermeli. Türkiye’nin oyun bozmayı bir kenara bırakıp, radikal İslamcı terörle mücadele için bir reçete geliştirmesi gerekiyor. -Yabancılaşmış Sünni yapıları sisteme nasıl entegre ederim- diye sorması gerekiyor. Türkiye örneğin Suriye ve Irak’ta bir seçim güvenliği operasyonu düşünebilir. Suriye’nin genelinde seçim nasıl yapılabilir, Musul’un geleceği nasıl olmalıdır. Türkiye bunlar üzerinde çalışabilir. Proje üretebilir.
30 bin yeni asker alan TSK’nın savunma stratejisi nasıl değişiyor? NATO’nun nezdinde TSK’nın ‘muharip güç’ özelliği de değişimden etkileniyor mu?
Gürcan: 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasındaki ihraç dalgalarıyla TSK’nın kurumsal kültürü ve stratejik kimliğinde ciddi dönüşüm oldu. Kurumsal kimlik bir ordunun nasıl savaşacağıyla ilgilidir. TSK’nın stratejik kimliği için de bugüne değin "NATO üyesi-ABD yanlısı” dendi. Türkiye, Rusya’dan S-400’leri alarak standardize edilmiş, homojenik sistemden çıkmış olacak. Bu yüzden NATO’yla ilişkisi kritik aşamada. Eğer NATO içinde söz sahibi olacaksa, AB ile ilişkisi gibi olmalı. Umarım Ankara, bu dönüşüm sürecinin hedeflerini iyi belirlemiştir, ölçüyordur ve yönetiyordur. Durumun; farkındadır.
Peki, bu "dönüşüm süreci” içinde güvenlik gerekçesiyle interneti yavaşlatmanın, sosyal medyayı durdurmanın hükümete faydası var mıdır?
Gürcan: Aşırı hassaslaşmış toplumlarda kritik zamanlarda, kritik bölgelerde internet yavaşlatmalar kullanılıyor. Ancak 15 Temmuz gecesi internet yavaşlatma olsaydı ne olurdu sorusunu sormakta fayda var. O gece internet yavaşlamış olsaydı, insanlar darbe girişimine tepkilerini açıkça ortaya koyamayacaktı, sokağa çıkamayacaktı. Güvenlik ve özgürlük dengesini kurmakta fayda var.
© Deutsche Welle Türkçe
Hilal Köylü / Ankara