Türkiye tıbbi araştırmalarda potansiyelini kullanıyor mu?
19 Kasım 2020Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu'nun 2018 yılındaki "Klinik Araştırmalar Durum Değerlendirmesi Çalıştayı"ndan çıkan sonuçlardan biri, klinik araştırmalarda potansiyelin yeteri kadar kullanılmadığı. Hekim farkındalığının az olması, hastaların klinik araştırmalar hakkında yeterince bilgi sahibi olmaması, klinik araştırma merkezi sayısının belirli noktalarda toplanması ve homojen dağılım sergilememesi, nedenler arasında sıralanıyor. Çalıştay sonrası hazırlanan rapora göre, klinik araştırma yapılan yerlerle ilgili sorunlar arasında ise araştırma birimlerinin çok az sayıda olması, var olan birimlerin altyapı ve eğitimli insan kaynağındaki eksiklikleri ve birimlerin kendine ait bütçesinin olmaması var.
Peki Türkiye'deki bilim insanların konuya dair düşünceleri neler?
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Yağız Üresin'e göre, Türkiye'nin klinik araştırma açısından altyapısı aslında kötü değil. "Mevzuat olarak da birikim olarak da Avrupa ülkelerine yakın bir durumdayız. Ancak Kalkınma Bakanlığı ya da TÜBİTAK olsun, mühendislik tipi araştırma zihniyeti var. Devamlı yeni ürün geliştirmeden bahsediyorlar, en büyük sorun bu. Klinik araştırmadan çıkan ürün, 10-15 sene sonra çıkar. Klinik araştırmanın ürünü veridir" diyor.
Üresin, sorunlar arasında altyapı ve fırsatlar kadar araştırmacıların zihniyetinin de problem teşkil edebildiğini düşünüyor. "Hedefe yönelik, daha işbirliğine açık ve çok merkezci çalışmak gerekiyor. Bir laboratuvar Hong Kong'da, biri Cambridge'de de olabilir" diye ekliyor.
2019 yılında yapılan klinik araştırma sayısı 521
Avrupa İlaç Endüstrileri ve Birlikleri Federasyonu (EFPIA) ve Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AIFD) sponsorluğunda hazırlanan "Türkiye İçin Klinik Araştırma Stratejisinin Faydaları" raporuna göre, Türkiye'de devam eden klinik araştırmaların değeri yılda 327,7 milyon Amerikan Doları olarak tahmin ediliyor. Bu rakam, toplam küresel klinik araştırma ekonomisinin yüzde 0,3'üne karşılık geliyor. 2019 yılında yapılan klinik araştırma sayısı 521 ve bu sayı 2013'ten beri aynı seviyede seyrediyor. Raporda, "Nüfus, gayrisafi yurt içi hasıla ve ilaç sektörünün büyüklüğüne oranlandığında sıralamada diğer ülkelerin gerisinde kalıyor" deniyor. Bu sene yayınlanan rapora göre, Türkiye yürütülen klinik çalışma sayısı bakımından dünyada 26'ıncı sırada yer alıyor. Ancak bu çalışmalar çoğunlukla uluslararası çalışmaların bir parçası olarak yapılıyor.
Prof. Dr. Üresin, "Uluslararası ilaç firmaları bizim fikirlerimizle çalışmalar yapmıyor, uluslararası çalışmaların bir kısmını Türkiye'de yapıyor. Yerli ilaç firmalarının ise yakın zamana kadar hiç araştırma yapmaya niyeti yoktu. Yerli firmaların Ar-Ge'leri var, ama daha çok formülasyonu değiştirmeye yönelik" diyor.
CHP Milletvekili Burhanettin Bulut da dünyada en çok Ar-Ge yapılan sektörlerden birinin sağlık alanı olmasına rağmen Türkiye'nin potansiyelinin altında bir inovasyon ve Ar-Ge faaliyeti içerisinde olduğunu dile getiriyor. Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Üyesi Bulut, "Türkiye'de Ar-Ge payı etken madde aldığımız Hindistan'da yüzde 11'lerde, Çin'de ise yüzde 14'lerde. Türkiye'de ise binde 1 durumunda. Sağlık Bakanlığı bütçesi Ar-Ge faaliyetleri yerine "Yap-İşlet-Devret" modeliyle yapılan, hasta garantisi verilen şehir hastanelerine akıtılıyor" diyor. Bulut'a göre, verimli Ar-Ge çalışmaları için sağlığın rant olmaktan çıkması gerekiyor.
"Yurtdışıyla daha çok işbirliği yapmamız lazım"
Türkiye'de tıp araştırmaları alanındaki bütçelerin yetersiz kaldığı uzmanlar tarafından sıklıkla dile getirilen bir gerçek. Ancak sorun çoğu zaman, Yağız Üresin'in de ifade ettiği gibi gibi sadece bütçe değil. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Murat Akova'ya göre, büyük projeler için uluslararası işbirliği şart. Şu an Türkiye'de aşı çalışmalarını yürüten isimler arasında yer alan Akova'ya göre, üniversitelerin yurtdışı bağlantıları önemli. "Büyük bütçeli araştırmaları ülkenin tek başına finanse edebilmesi bu koşullarda mümkün değil. Ancak AB projeleri var, ABD'de olan projeler var. Bu tür işbirliklerinin teşvik edilmesi lazım" diyor. Daha çok işbirliği yapılması gerektiğini belirterek "Sadece üniversite ya da TÜBİTAK bütçesiyle projesiyle yapmaya kalkarsanız evrensel anlamda çok komik bütçeler oluyor. Onlarla bir şey yapmak çoğu zaman mümkün değil" diye ekliyor. Ancak burada da başka bir sorun baş gösteriyor: Her üniversitede bu işbirliklerine ön ayak olabilecek proje ofisi yok.
Akova'ya göre, tıp fakültelerindeki sorunlar da araştırma çalışmalarını etkileyebiliyor. İki sene önce basına, Türkiye'nin en büyük tıp fakültelerinin başında gelen İstanbul Tıp Fakültesi ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin medikal firmalara 600 milyon TL'ye yakın borcu olduğu yansımıştı. Tıp fakültelerinin kendi bütçelerini çeviremediğini, mali kriz içinde olduklarını hatırlatıyor. "Bu durum üniversiteleri ve dolaylı olarak araştırmaları da etkiliyor" diyor.
Tıp fakülteleri: Sayı değil, nitelik önemli
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Gaye Usluer, ekonomik darboğaz yaşayan tıp fakültelerinin uçan kuşa borcu olduğunu yineliyor. CHP PM Üyesi Usluer, tıp fakültelerindeki artışa da değinerek "Fakülte sayısı değil, fakültelerin nitelikli olması önemli. Bilim insanlarının araştırma yapmaları için gani kaynak yok, bütçe kısıtlı. Yeterli olanaklara sahip değiller" diyor.
Usluer'in dikkat çektiği noktalardan biri de tıp fakültesindeki akademisyenlerin çalışma temposu. "Türkiye'de tıp fakültesi hastanesinde çalışan hoca hem araştırma yapacak, hem rutin hasta hizmetlerinden sorumlu olacak hem de eğitim verecek. Bir kişinin üçünü de en iyi şekilde yapma ihtimali sıfır. Bir grubun sadece araştırmaya yönelmesi bir grubun tedavi hizmetlerinde olması gerekir. Sistemin kurgulanış biçimi sonuçları etkiliyor" diyor.
Burcu Karakaş
© Deutsche Welle Türkçe