Türkiye'deki Suriyelilere ruh sağlığı desteği
16 Mart 2021Suriye'de iç savaşın fitilini ateşleyen gelişmeler bundan tam 10 yıl önce, 15 Mart 2011'de başladı. Aynı yılın Nisan ayından itibaren, birçok Suriyeli, hayatlarını kurtarmak için Türkiye'ye sığınmaya başladı. Savaştan kaçan Suriyelilere kapılarını açma kararı alan Türk hükümeti, Esad rejiminin bir kaç ay içinde devrileceğini, geçici olarak misafir edilecek Suriyelilerin de bir süre sonra ülkelerine geri döneceğini söylüyordu. Ancak gelişmeler böyle olmadı.
Bölgesel ve küresel aktörlerin de müdahil olduğu iç savaş şiddetlendi, daha büyük bir sığınmacı akınıyla karşı karşıya kalan Türkiye, dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumunda. Sayıları 4 milyona yaklaşan Suriyeliler için de artık Türkiye, "ikinci vatan" haline geldi. Suriye'de yakın bir gelecekte siyasi bir çözüm ufukta görünmüyor, ancak Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin toplumsal yaşama katılımı ve uyumu daha fazla önem kazanıyor. Savaş, yıkım ve ölümlere tanıklık eden, birçok yakınlarını kaybeden, hayata sıfırdan başlamak zorunda kalan Suriyeliler için ise bu o kadar da kolay değil.
Ağır travmalar, büyük zorluklar
Dörtte üçünü kadınlar ve çocukların oluşturduğu Türkiye'deki Suriyeliler, yaşadıkları travmaların izlerini hâlâ taşıyor. Hem Suriye'de yaşadıkları acıların neden olduğu ağır psikolojik yükler hem de Türkiye'de karşı karşıya kalabildikleri kimi güçlükler, sığınmacıların ruh sağlığını olumsuz etkiliyor, ciddi psikolojik sorunlara yol açabiliyor. Sığınmacılara ruh sağlığı ve psikolojik konularda destek sağlanması, aslında gıda, barınma ve eğitim gibi, en temel ihtiyaçları arasında sıralanıyor.
Bu nedenle Türk Kızılay'ı ile Alman Kızılhaç'ının (DRK) Türkiye'de bir süredir yürüttükleri "Ruh Sağlığını Güçlendirme" projesi, bu alandaki en önemli girişimlerden biri olarak görülüyor. Proje, Almanya Dışişleri Bakanlığı'nın 8 milyon euroluk mali desteği ile hayata geçiriliyor.
Tedavi imkanı sağlanıyor
DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Kızılay'ın Toplum Temelli Göç Programları Koordinatörlüğü Sağlık ve Psikososyal Destek Programı Yöneticisi Mine Akdoğan, faaliyetlerinin hedefini "Psikiyatrik ve psikolojik desteğe ihtiyaç duyan incinebilir gruptaki göçmenlere ve yerel halka psikososyal destek sunmak, ileri düzey ruh sağlığı sorunları yaşayan kişilere de psikiyatrik, ilaçlı tedavi hizmeti sunabilmek" olarak özetledi.
Psikolojik desteğe ihtiyaç duyan sığınmacıların, Türkçe'yi yeterince konuşamamaları ya da hizmetlere erişimin kısıtlı olması nedeniyle tedavi imkanlarından yararlanmadığına işaret eden Akdoğan, "Oysa bu ruhsal bozukluklar tedavi edilmediği, sorunlar çözülmediği takdirde bunlar toplumsal bir sorun halini alıyor. Bireyin yaşadığı sorun aileye, ailenin yaşadığı, topluma, toplumun yaşadığı ülkeye yansıyan bir boyut kazanıyor. İşte bu nedenle artık erişebildiğimiz bir çok insana tedavi olma imkanı sağlayan bu proje çok önemli" dedi.
Yürüttükleri çalışmalar hakkında bilgi veren Akdoğan, Bursa, İzmir Adana, Ankara, Kayseri, Konya, Gaziantep, Kahramanmaraş, Mersin, Şanlıurfa ve İstanbul'da biri Avrupa diğeri Anadolu Yakası’nda olmak üzere toplam 12 Toplum Merkezi'nde bu hizmeti vermeye çalıştıklarını belirtirken, bu kapsamda psikiyatrist, klinik psikolog, çocuk gelişim uzmanı, psikiyatri hemşiresi ve tercümanlarıdan oluşan ekiplerin görevlendirildiğini aktardı.
Ücretsiz psikoterapi ve ilaçlı psikiyatrik tedavi hizmeti verilmesini, reçete edilen ilaçların ücretsiz temin edilmesini sağladıklarını anlatan Akdoğan, yataklı tedavi ihtiyacı olan hastaların devlet hastanelerine yönlendirildiklerini, ruh sağlığı hemşirelerinin de bu hastaların takibini gerçekleştirdiklerini söyledi.
Koronavirüs, çalışmaları olumsuz etkiledi
Tüm dünyayı etkisi altına alan koranavirüs salgını, Suriyeli sığınmacıların ruh sağlığını güçlendirmeyi amaçlayan çalışmaları da olumsuz etkiliyor.
Yürüttükleri psikolojik destek çalışmalarında mahremiyetin çok önemli olduğunu, ancak herkesin evlerde bir arada olmasına yol açan salgın önlemleri nedeniyle bunun sağlanmasında güçlükler yaşandığını anlatan Akdoğan, "Ayrıca destek verdiğimiz kişilerin bilgisayarı, akıllı telefonu, internete erişimi olmayabiliyor. Bu nedenlerden ötürü çok zorlandığımız anlar oldu" diye konuştu.
Covid-19, Suriyeli sığınmacılar arasında, özellikle de çalışanlar arasında iş kayıplarına, aile içi sorunlara ve psikolojik rahatsızlıklara yol açabiliyor. Akdoğan, "Araştırmalarımız, çok fazla depresyon belirtileri, uyku bozukluğu olduğuna işaret ediyor. Özellikle iş konusunda kaygılar, öne çıkıyor" bilgisini paylaştı.
Krizin bu etkilerini hafifletebilmek için Almanya'nın ek mali yardımıyla Alman Kızılhaçı ve Türk Kızılayı, 695 haneye 500 liralık kira yardımı sağladı, 10 bin 500 kişiye de 400 liralık gıda yardım kartı temin edildi.
Geleceğe bakmak için travmaların tedavisi önemli
Kızılay ile birlikte Türkiye’deki sığınmacılara psikolojik destek vermeyi amaçlayan projenin mimarlarından olan Alman Kızılhaçı'nın Bölgesel Program Koordinatörü Joris D'havé de DW Türkçe'ye yürüttükleri projeye büyük önem verdiklerini anlattı.
"Bu insanların desteğe ihtiyacı var, ruhsal sorunlar yaşayanların tedavi imkanlarına ulaşabilmeleri çok önemli" diyen D'havé, ülkelerinden, köklerinden koparılmış, yakınlarının ölümüne tanıklık etmiş, Türkiye'ye sığınmış ve burada da pek çok kez yer değiştirmek durumunda kalmış Suriyelilerin travma sonrası stres bozukluğu, kaygı bozuklukları, depresyon gibi ruh sağlığı problemleri yaşayabildiklerini aktardı. Ağır travmalar sonrasında insanların yeni bir sayfa açmak, geleceğe güvenle bakabilmek için tedaviye ihtiyaç duyabildiklerini aktaran Joris D'havé, Kızılay ile birlikte Suriyelilere kendi dillerinde psikiyatrik tedavi imkanı sağlayabiliyor olmaktan büyük memnuniyet duyduklarını söyledi.
"Marjinalleşmenin önlenmesi büyük önem taşıyor"
Savaştan kaçanların dertleri, sınırları geçmeyi başarmakla bitmiyor. Suriyeliler sığındıkları ülkelerde yeni bir hayat kurmaya çalışırken, yaşamlarını sürdürme mücadelesi verirken çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalabiliyorlar. Suriyeli çocukların okullarda ya da sosyal çevrelerinde akranlarıyla yaşadıkları zorluklar, aile içi şiddet olayları, erken yaşta evlilik, kadınların ikinci eş olmaya zorlanması, ruh sağlığını etkileyen başlıca konular arasında.
Salgınla birlikte Türkiye'de artan işsizlik ve ekonomik sorunlar, aşırı milliyetçi bazı grupların kışkırtmaları, sosyal medyadaki ırkçı söylemler, günlük yaşamda karşı karşıya kalabildikleri ayrımcı uygulamalar da Türkiye'de yaşaşan Suriyelileri başka sorunlarla baş başa bırakabiliyor.
Alman Kızılhaçı'nın Bölgesel Program Koordinatörü Joris D’havé, Suriyelileri Türkiye toplumu ile kaynaştırmayı hedefleyen sosyal uyum çabalarının, ruh sağlığı hizmetlerinin, marjinalleşmenin önlenebilmesinde de kilit önem taşıdığını kaydetti. Joris D'have, "Yeni bir ülkeye gelmek, kimi zaman bu ülkede istenmeyen misafir olduğunu düşünmeye yol açan tecrübeler yaşamak, dışlanmak, sürekli neden burada bulunduğunu gerekçelendirmek zorunda kalmak aslında gelinen ülkede çok da güvende hissedilmemesine yol açabilir. Bunların psikolojik olarak etkileri olabiliyor" dedi.
Daha fazla destek projesi gerekiyor
Peki Türkiye'de göçmenlerin ruh sağlığının güçlendirilmesi konusunda yürütülen çalışmalar yeterli mi?
Psikiyatrist Prof. Dr. Ahmet Tamer Aker, hem kamunun hem de çeşitli sivil toplum örgütlerinin Suriyelilere ruh sağlığı hizmeti verilmesi için çalıştığını ancak bunun yeterli olduğunu söylemenin çok güç olduğunu söyledi.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Program Koordinatörü olan ve Türkiye'de mültecilerin ruh sağlığına yönelik yürütülen çalışmalar ve projelerde yönetici, eğitici ve danışman olarak görevler üstlenen, ayrıca Mülteciler Derneği'nde de birebir poliklinik hizmeti veren Aker, özellikle pandemi süreci ile birlikte mültecilerin sadece ruh sağlığı değil genel sağlık hizmetlerine ulaşımında da güçlükler yaşandığına işaret etti.
Aker, ayrıca 2021'de büyük depremlerin yaşandığı Elazığ ve İzmir gibi bölgelere işaret ederek "Burada mülteciler hem savaş hem salgın hem deprem gibi mahşerin üç atlısını birlikte yaşamak gibi bir tablo ile karşı karşıya kaldı" dedi.
"Bir Suriyeli sorunu değil, bir Türkiye sorunu"
"Gelenlerin büyük bir kısmı Türkiye'de kalacak. Birlikte yaşama fikrine alışmamız gerekiyor” diyen Aker, bu nedenle Suriyeliler ile Türkiyelileri kaynaştıracak uyum çalışmalarına ağırlık verilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Türkiye'deki Suriyelilerin yüzde 50'sinden fazlasının çocuk olduğuna, zaman zaman "kayıp nesil" olarak adlandırılan bu çocukların, Türkiye'deki tüm çocuklar gibi iyi bir eğitimden geçmelerinin önem taşıdığını kaydeden Aker, şu değerlendirmesiyi yaptı:
"Türkiye'deki mültecilik, bir kamp mülteciliği değil, kent mülteciliği ve bu tüm ülke geneline yayılmış bir durum. Bu nedenle kent metaforunu kullanıyorum. Tüm ülke geneline yayıldığı için Türkiye’yi bir kamp gibi düşünmek, ülkenin genel anlamda eğitim, sağlık ve sosyal olanak ve yeterliliklerini artırmak lazım. Bu gözle baktığımızda olay sadece bir Suriyeli sorunu değil olay aynı zamanda bir Türkiye sorunu. Mülteciler için artırılacak eğitim, sağlık, ekonomik olanaklar demek aynı zamanda Türkiyeliler için de bu olanakları artırmak demek… Kimseyi, yoksulu, yoksunu, dezavantajlıyı geride bırakmamaya önem verilmeli. Bu nedenle alınacak önlemlerin topyekün ülke için alınması gereken önlemler olması gerekiyor. İnsanların bir arada yaşaması için bu doğrultuda ortaya konulacak çaba ayrımcılığı da yenmemizin en etkili yolu olabilir."
Değer Akal
©️ Deutsche Welle Türkçe