Türkiye-AB: Referandumdan sonra hangi yöne gidecek?
19 Nisan 2017DW Türkçe: Türkiye'deki anayasa değişikliği referandumunda ‘evetçiler' küçük bir farkla çoğunluğu sağlamayı başardı. Referandum sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hacı-Halil Uslucan: Doğru, 'evet' kampı küçük bir farkla da olsa galip geldi. Öncelikle bunu akılda tutmak lazım. Ancak referandumun uygunsuz, eşitsiz, adaletsiz şartlar altında gerçekleşmiş olmasını hesaba kattığımızda, bu sonucu hükümete verilmiş bir ders olarak da değerlendirmemiz gerekiyor. Yeni anayasaya karşı ciddi bir direniş mevcut. Anayasa değişikliği yapmak, parlamento seçimi yapmaya benzemez. Parlamento seçimlerinde sadece çoğunluğu sağlayıp sağlamadığınız önem taşır. Ancak bir anayasa değişikliğinin '50 artı 1'den daha büyük bir toplumsal uzlaşıyla hayata geçirilmesi gerekir. Bu çerçevede, evetçilerin elde ettiği zafere rağmen bu sonuç aynı zamanda içerisinde büyük bir soru işareti barındırıyor. Çünkü böyle bir değişiklik normal şartlarda '50 artı 1'den daha fazlasını, çok daha büyük bir uzlaşıyı ve daha büyük bir partiler üzeri çoğunluğun iradesini gerektiriyor. Bunların ışığında bu sonucu muhalefet için manevi bir zafer olarak görüyorum.
Seçim usulüzlükleri konusundaki iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesin rakamla ilgili bir bilgiye sahip değilim. Oyların yaklaşık yüzde 1,7'inin geçersiz olduğunu sanıyorum. Bunlar yüzde 2 oranına kadar kabul edilebilir. Bu, seçimlerde sık sık karşılaştığımız bir oran. İnsanlar bazen damgayı yanlış basabiliyor, bazen de pusulanın üzerine bir şeyler yazıyorlar. Bunlar olabilecek şeyler. Ancak mühürsüz olmasına rağmen geçerli kabul edilen zarflarla ilgili öncelikle net rakamın bilinmesi gerekiyor. Şayet 2 ila 2 buçuk milyon arasında geçersiz oy olduğu iddiaları doğruysa, bu hakikaten de büyük bir skandal olur. Bu şartlarda çoğunluğun kararı tersine çevrilmiş demektir.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a muhalefet ile "saygılı bir diyalog” sürdürmesi çağrısı yaptı. Öte yandan referandumdan kısa süre sonra Erdoğan yeniden idam cezasının geri getirilmesinin gündemde olduğunu açıkladı. Bu bağlamda Almanya-Türkiye ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bence bu yalnızca bir blöften, bir kumardan ibaret. Erdoğan’ın idam cezasını referanduma götürmesi ihtimaller dahilinde, zira toplumda bu yönde talepler mevcut. Bu seçmenleri kaybetmemek için başka bir referandum düzenleyecektir, ancak bu referandumun tanıtımını bu son referandumdaki kadar yapmayacaktır. Bu yeni referandumdan ‘hayır’ çıkması da mümkün ve kendisi bu sonucu gayet iyi biçimde değerlendirmesini bilecektir. Erdoğan, sonuç ‘evet' de olsa ‘hayır' da olsa, "halkın sözünü dinleyeceğini” söyledi. Yeni bir referandumda sandıktan çıkacak bir ‘hayır' kendisinin yararına olur. Çünkü bu sonuç, Avrupa'yla ilişkilerini ve Avrupa Birliği ile diyaloğunu ayakta tutmasını ve bunun yanı sıra katılım müzakerelerini tamamen tehlikeye atmamasını sağlayacaktır.
Bazı üst düzey Avrupalı siyasetçiler referandumdaki sonuçtan sonra Türkiye'nin AB'ye katılamayacağının artık kesinleştiğini açıkladılar. Buna ek olarak, referandumdan önce Türk hükümetinin Hollanda ve Almanya hükümetleri ile yaşadığı gerginliğin büyüdüğünü gözlemledik. Batı ülkeleri ve Türkiye arasındaki gerilimin sonucun bu yönde olmasını kolaylaştırdığını düşünüyor musunuz? Sizce bu sonuç Avrupa-Türkiye ilişkilerini nasıl etkileyecek?
Asla ‘asla' dememek gerekiyor, zira AKP içerisinde nasıl bir değişim gerçekleşebileceğini ve Erdoğan’ın da nasıl değişebileceğini bilmiyoruz. Türkiye-AB ilişkileri konusunda şu an tüm fırsatlar heba edilmiş durumda. Bunu bence siyaseten hiç akıllıca değil, çünkü Türkiye önemli bir ülke. Burada yanlış bir yargılama söz konusu: Mesele yalnızca siyasi ilişkiler değil, taraflar arasında çok güçlü iktisadi ilişkiler de mevcut. Şu anda Türkiye'de faaliyet gösteren 7 binin üzerinde Alman firması var. Türkiye'nin son yıllarda kredi aldığı bankaların başında İspanyol ve İtalyan bankaları geliyor. Kredi alınan Alman ve Fransız bankaları da var ancak İtalyan ve İspanyoların oranı çok daha yüksek. Türkiye ekonomik açıdan izole hale geldiği ve güçsüzleştiği takdirde, bu İtalya ve İspanya üzerinde domino etkisine neden olacaktır. Avrupa'nın hem ekonomik açıdan hem de siyasi açıdan Türkiye'den vazgeçme lüksü yok. Çünkü Türkiye, Avrupa için büyük bir ekonomik bölge olmasının yanı sıra bugüne kadar siyasi bir müttefik olagelmiş bir ülke. Avrupa, böylesine bir partnerin Rusya'ya, Çin'e ya da başka örgüt ve ittifaklara kaptırılmasını kaldıramaz. Türkiye, AB için çok büyük önem taşıyor.
Bu gelişmelerin ardından Türkiye için "derin bir biçimde bölünmüş bir toplum” betimlemesi yapıldı. Bu betimleme hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet, pratikte böyle bir bölünmenin mevcut olduğu doğru. Toplum, normaldeki politiklik derecesinden çok daha fazla, ciddi biçimde politize edilmiş durumda. Siyaset, insanların gündelik yaşamında uzun bir süre böylesine büyük bir ehemmiyete sahip olmadı. Ancak siyaset bu ehemmiyeti sonradan, şu anki resmi siyaset uzun süredir aynı binada, aynı evde, hatta aynı ailede birlikte yaşayagelmiş insanları aniden birbirlerine düşman ve rakip olarak tanımlamaya başladıktan sonra kazandı. Siyaset yalnızca toplumsal hayatın bir parçası. Farklı siyasi görüşlerin uzun vadede insanların yaşam dünyalarını birbirlerinden ayırmasına müsaade edilmemeli.
Peki sizce şimdi Türkiye'yi nasıl bir gelecek bekliyor?
İlk zamanlar elbette gergin geçecek. Ancak Türkiye'nin kendi çıkarları için Avrupa'yla ilişkilerini ve Almanya ve Hollanda'ya karşı üslubunu yeniden istikrara kavuşturması gerekiyor. Türkiye, Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde seçim kampanyasından önceki döneme dönmeli, nihayetinde bunlar önemli ülkeler. Türkiye ekonomisinin Avrupa ekonomisine olan bağımlılığı, Avrupa ekonomisinin Türk ekonomisine olan bağımlılığından daha fazla. Milli gurur ve "dünyanın geri kalanına karşı Türkler” benmerkezciliği rasyonel politikalar değil. Bunlar uzun vadede Türkiye'nin kendi kendini dünyanın geri kalanından izole etmesine yol açabilecek politikalar. Arada sırada tedavüle giren, Arap ülkeleriyle ve Türki devletlerle ittifaka girişilmesi gibi alternatifler de aynı şekilde irrasyonel. Bunlar Türkiye için çekici ekonomi bölgeleri değil. AB 550 milyon nüfusa sahip bir ekonomi bölgesiyken, Türki cumhuriyetlerin toplam nüfusu 85 milyon civarında. Bu ülkeler hiçbir şekilde Türkiye ekonomisinin seviyesinde değiller. O nedenle, rasyonel olarak düşündüğümüzde, Türkiye'nin önünde Avrupa'yla daha yakın bir işbirliği sergilemesinden başka seçenek yok.
© Deutsche Welle Türkçe
Burak Ünveren
Prof. Dr. Hacı-Halil Uslucan, Alman psikolog ve göç araştırmacısı. 2010'dan beri Duisburg-Essen Üniversitesi bünyesindeki Türkiye Çalışmaları ve Entegrasyon Araştırmaları Merkezi'nin yöneticisi olan Uslucan, aynı zamanda 2015 yılından bu yana Alman Federal Siyasal Eğitim Merkezi'nin (bpb) Bilimsel Danışma Kurulu üyesi.