“Vize serbestisi dolaşım hakkıyla karıştırılmasın”
9 Şubat 2016Türkiye'nin AB ile müzakere süreci 3 Ekim 2005 tarihinde başladı. Ancak Türkiye’nin AB müzakerelerinin ucu açık. Tam üyeliğin ne zaman gerçekleşebileceği ya da gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsiz. Özellikle son dönemde mülteci krizi, AB-Türkiye ilişkilerini daha farklı bir boyuta taşındı. AB Küresel Araştırmalar Derneği Başkan Yardımcısı Can Baydarol, Deutsche Welle Türkçe’ye Türkiye’nin AB sürecini ve Geri Kabul Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle yaşanabilecek riskleri değerlendirdi.
DW Türkçe: Son dönemde Avrupa’nın mülteci politikalarının genel olarak Türkiye’nin AB sürecini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Can Baydarol: Şimdi AB öncelikle kendi mülteci politikalarını revize etmek durumunda. Niye durumunda çünkü 1990’lı yıllarda malum Dublin süreciyle başlayan AB’nin bir mülteci politikası yapılanması var. Fakat bu aşağı yukarı 150 bin kişilik bir mülteci için ortaya konmuş bir şeydi. Ve kaldı ki yıllar içinde son derece başarısız kaldığını kendileri de tespit etti. Çünkü her üye ülke sonuçta kendi çıkarlarını ön plana çıkartarak çeşitli bahanelerle bu süreci işletmediler. Ama bugün için son derece ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Şu anda Türkiye’nin sınırına dayanmış yeni mülteciler var, mülteci olmak isteyenler var. İşin içine tam bir paradigma değişikliği girmiş vaziyette. 16 Mayıs 1916’da tarih olarak vermek gerekirse başlayan Sykes-Picot süreci ile çizilen Ortadoğu haritası yeniden yapılanıyor. Ve bu yapılanma içerisinde de tabii Suriye’de şu anda yaşananlar Rusya’nın da işe müdahil olmasıyla birlikte esas mülteci probleminin ana kaynağını oluşturuyor. Şu anda Türkiye’de yaklaşık 2 milyonun üstünde mülteci var. Türkiye üzerinden AB kapılarına girmiş, dayanmış 1,5 milyon mülteci var. Dolayısıyla bu sorunun daha da ağırlaşacağı ortada olduğu için işte Şansölye Merkel, ekim ayından başlayarak bugüne kadar Türkiye’ye üçüncü kez gelmiş vaziyette. Belçika’daki diğer görüşmeleri de eklersek bu üst düzeyde beşinci temas oluyor. Dolayısıyla burada şu anda Avrupa’nın kendi mülteci yapılanmasını ve Türkiye ile ilişkilerini tamamen gözden geçirmek zorunda kaldığı bir dönemle karşı karşıyayız. Şu anda Türkiye’ye bir takım vaatlerde bulunuyor Avrupa. O da AB’nin bir stratejisidir. Vaatler ve gerekirse cezalandırmalar.
DW Türkçe: Vaatler neler?
Can Baydarol: İşte Türkiye’ye verilecek 3 milyar euro. Türkiye’nin bugüne kadar harcadığı 10 milyar dolar dikkate alınırsa ne kadar karşılar Türkiye’nin bu konuda yaptığı çabaları o başka bir sorun. İkincisi Türkiye ile bazı müzakere başlıklarının açılması. O da çok fazla anlam ifade etmiyor çünkü müzakere başlığının açılması artık Türkiye’deki AB heyecanının yeniden canlanması anlamına gelmiyor. Üçüncüsü Schengen vizesinin kaldırılması Türklere karşı ama buna karşılık Geri Kabul Anlaşması’nın kabulü. Çok basitçe özetlemek gerekirse mültecilere sonsuz ikamet hakkı karşılığında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına Schengen alanında turistik dolaşım hakkı, vizesiz dolaşım hakkı diye özetleyebiliriz. Yani aslında bakıldığı zaman AB kendi içerisinde en azını verip bu işten kurtulmaya çalışıyor. Düşünün Halep’e yapılan saldırılar sonucunda Türkiye’nin yeni mülteci akınına karşı kapılarını açması için AB Türkiye üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. Ama aynı AB, Makedonya sınırında Yunanistan’ın tel örgüler yapıp mülteci akınına karşı Avrupa’yı korumasına da ses çıkarmıyor. Aslında ciddi bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Tek kelimeyle söylemek gerekirse AB değerlerinin ayaklar altına alındığı bir dönem yaşıyoruz mülteci krizine bağlı olarak. Türkiye burada her halükarda kilit bir öneme sahip olduğu için yeni bir açılıma ve karşılıklı güven esasına dayalı yeni bir pozisyon almaya her iki tarafın da hazır olması gerektiği düşüncesindeyim.
DW Türkçe: Pek çok Avrupa ülkesi, mültecileri geri göndermeyi planlıyor. Ancak çoğu ülkede savaş sürdüğü için üçüncü ülkeler gündeme geliyor. Bu durumda da Türkiye ilk akla gelen ülke, Geri Kabul Anlaşması’ndan ötürü. Geri Kabul Anlaşması uygulamaya başlandığında bunun Türkiye için etkileri sizce olumlu mu olumsuz mu olacak?
Can Baydarol: Şöyle söyleyeyim, zaten Numan Kurtulmuş geçen gün açıklama yaptı ve Türkiye’nin artık mülteci almanın had sınırına eriştiğini söyledi. Bu koşullar altında Türkiye’de zaten 2-2,5 milyona yakın mülteci varken, Geri Kabul Anlaşmasıyla bu sayının 4,5-5 milyon dolaylarına çıkacağını varsayarsak herhalde Türkiye’nin de bu noktada bazı çekinceleri olacaktır diye düşünürüm. Burada yapılması gereken şey bütün Avrupa ülkelerinin belli hakkaniyete göre dağılım esası içerisinde mültecileri geçici bir süre de olsa, Suriye’deki sorun çözülene, akan kanlar durana kadar kabul etmesi ve ardından da tekrar ülkelerine göndermek üzere bir antanta varması gerekir. Yoksa Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması’nı bu koşullarda uygulama şansı bence çok düşüktür.
DW Türkçe: Anlaşma uygulamaya konduğunda AB, istemediği insanları Türkiye’ye geri gönderebilecek. Bu durumda istemediği insanları gönderdiği bir ülkeyi ileride üye olarak kabul eder mi?
Can Baydarol: Zaten şu anda üyelik bir tarafa, Schengen sisteminin ne kadar çalışabileceğini bizzat Donald Tusk tarafından geçtiğimiz ay içerisinde yapılan bir beyanda da gördük. Mülteci krizine çözüm bulunmazsa Schengen sistemi çöker bu da AB’nin çökmesi anlamına gelir gibi bir laf etti. Buradan hareket edersek Türkiye’nin tam üyeliğini konuşmaktan çok uzak bir noktada, yeni bir ilişki biçiminin nasıl olacağını tartışıyoruz. O da bence olmazsa olmaz bir koşul, AB’nin ortak dış politika ve güvenlik politikasıyla Türkiye’nin dış politika ve güvenlik politikasının örtüştürülmesi gereğidir. Suriye konusunda en azından. Başka türlü ben bu sorunun çözülebileceğini pek düşünemiyorum.
DW Türkçe: Sizce Türkiye'nin tam üyelik şansı azaldı mı?
Can Baydarol: Türkiye’nin tam üyelik şansı dün ne kadar varsa, bugün de o kadar var. Son 10 yıla bakarsak, normal koşullarda bir ülkeyle müzakerelere başlandığı zaman bu işin ne zaman sonuçlanacağı tam olarak ifade edilir. AB’nin bu konuda açık ve güvenilir olması gerekir. Türkiye’de şu anda baktığınız zaman hiç kimse Türkiye’nin bir gün tam üye olacağına inanmıyor bu görüntüler altında. Dolayısıyla da tam üyelik şansı dün ne kadar varsa, bugün de o kadar vardır. Belki daha fazla da artabilir. Çünkü Türkiyesiz bir Avrupa’nın bu mülteci meselesiyle baş etme şansı yoktur. Burada değerlerden vesaireden bahsetmiyoruz, tamamen reel politikanın ortaya koyduğu günlük değerlendirmelerden ve paradigmanın değişiminden bahsediyoruz. Bu noktada AB-Türkiye’nin yeni bir yol haritası çizmesi ve burada açık, net, karşılıklı güvenilir olması gereğinden bahsediyorum. Bunun adı tam üyelik olabilir farklı bir ilişki biçimi olabilir ama bugün artık Ankara Anlaşması’nın ya da Helsinki Zirvesi’nin ortaya koyduğu çizgide devam etme şansı kalmamıştır.
DW Türkçe: Geri gönderilmesi planlanan insanlar arasında ceza alan kişiler de olabilir. Peki, bunlar Türkiye için bir güvenlik sorunu oluşturur mu?
Can Baydarol: O kişiler cezai müeyyideye çarptırılır. Ama tabii bir başka soru da bu insanların hakikaten Türkiye’den mi gittiği. Yoksa başka yerlerden de bir sürü insan Avrupa’ya göç ediyor. Cezai müeyyideye tabii insanlar Afrika’dan başka yollarla da gelmiş olabilir. Geri Kabul Anlaşması’nın temel risklerinden birisi her gelenin “Bu Türkiye’den gelmiştir” diye Türkiye’ye gönderilmesi gibi bir pozisyonla karşı karşıya kalma riskidir. Herhalde buna karşı da Türkiye’nin ciddi bir kovuşturma önlemi alması gerekecektir.
DW Türkçe: Türkiye için vize serbestisinin uygulamaya geçirilmesi ne kadar gerçekçi sizce?
Can Baydarol: Geçirilebilir ama şunu söylemek lazım bu vize serbestisi dediğimiz yerde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının turistik seyahat etme hakkından bahsediyoruz. Bu bir serbest dolaşım hakkı değildir. Asla bununla karıştırmamak gerekir. Bu noktada da zaten Türk hükümeti de en azından Türk kamuoyuna “vallahi iyi işler yapıyoruz” anlamında gelecek teknik düzenlemeleri yapacaktır. AB’nin de mültecilerin sonsuz Türkiye’de ikamet hakkına karşı en azından turistik seyahat hakkını tanıması çok da abartılacak bir durum değildir düşüncesindeyim.
© Deutsche Welle Türkçe
Söyleşi: Başak Sezen