Yonca Şık'tan AİHM'ye sitem
16 Ekim 2017Tutuklu gazeteci Ahmet Şık'ın eşi Yonca Şık, 69’uncu Frankfurt Kitap Fuarı’nın konuklarından biriydi. Yaklaşık 10 aydır cezaevinde bulunan eşi Ahmet Şık’a Raif Bedevi Cesur Gazetecilik Ödülü’nün verildiği fuara, Yonca Şık da pazar günü düzenlenen "Türkiye’den Muhalif Sesler" adlı panele konuşmacı olarak katıldı. Panel sonrası DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Yonca Şık, tutuklu Cumhuriyet gazetesi çalışanları konusunda Türk hükümetine savunma için 23 Ekime dek ek süre tanıyan AİHM'ye sitem etti. "AİHM neredeyse 16 hafta süre veriyor. Burada kişisel hak ve özgürlüklerden bahsediyoruz" diyen Şık, Türkiye'de bir hukuk devleti varmış gibi davranmasının aslında Türkiye’deki hukuksuzluğun yeniden üretilmesine neden olduğunu söyledi.
DW Türkçe: Eşiniz 2011’den bu yana ikinci kez cezaevinde. Neredeyse son 10 aydır özgürlüğünden yine mahrum. Bu süre nasıl geçti sizin açınızdan? Hayatınızda neler değişti?
Yonca Şık: Kolay değil tabii ki. İki kişinin sırtlandığı bir hayat kuruyorsunuz. Daha sonra devlet, o hayatı sırtlanan bir kişiyi söküp alıyor ve siz o hayatı tek başına üstlenmek zorunda kalıyorsunuz. Fakat bu süreçte şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü hem 2011’de hem şimdi bizimle çok fazla dayanışan insan var. Ahmet’in gazeteci arkadaşları, onunla dayanışıyorlar. Ve aslında tüm tutuklu gazetecilerle dayanışıyorlar, onlar için bir mücadele yürütüyorlar. Şöyle söyleyebilirim: Tek başıma “Eyvah başıma ne geldi?” diye hissetmiyorum. O yükü en azından alan arkadaşlarımız, dostlarımız var. Olumlu tarafı bu diyeyim, ama tabii ki çok kolay değil.
DW Türkçe: Ahmet Şık’ın cezaevinde durumu nasıl?
Şık: Benim tabi 2011 ile karşılaştırma imkanım var ve şu anda koşullar çok daha zor. Bunu somut olarak gördüğüm yer olduğundan Silivri 9 No’lu cezaevi için söyleyebilirim, ama diğer cezaevlerinde de koşulların kötü olduğunu duyuyorum tabii ki. Kötü derken daha sert, yani bir tecrit meselesi ile karşı karşıya Ahmet bugün. Tek başına bir koğuşta kalıyor, daha önce avukat görüş kısıtlılığı da vardı. Herhangi bir doküman alışverişi olmaması için avukatlarını sadece haftada bir saat kamera kaydı ve bir gardiyanın gözetimi eşliğinde görebiliyordu. 24 Temmuz’da yapılan ilk duruşmadan sonra o avukat kısıtlılığı kalktı ama tecrit sürüyor. Bu ne demek? Yani tek başına kalıyor. Bütün bir gününü hiç konuşmadan geçiriyor ve bunun çok garip olduğunu söylüyor, bana.
DW Türkçe: Peki eşinizin morali nasıl?
Şık: Ahmet 28 yıldan beri esas olarak hak odaklı gazetecilik yapıyor. Devlet, polis veya asker, yurttaşa yönelik hak ihlalleri konusunda, hayatı boyunca çok tutarlı bir şekilde çalıştı. O anlamda devleti çok iyi tanıyan birisi. Devletin ne kadar organize kötücüllük barındırdığını bilen birisi ve moralinin o anlamda iyi olduğunu söyleyebilir. Elbette ki öfkesi çok, çünkü çok büyük bir haksızlıkla karşı karşıya. Bir hukuksuzlukla karşı karşıya. Sadece kendisi değil kendisi gibi 150’den fazla gazeteci, siyasetçi pek çok insan aslında bir haksızlıkla karşı karşıya ve bu öfke de onu güçlü tutuyor. Ama sağlığı yerinde, öyle söyleyebilirim. Biraz gözlerinde bu tecritten dolayı bir sıkıntı var. Kolay değil elbette ki onun için. O da çok zorlanıyor ama tabii ki bu durumla da baş etmeye çalışıyor.
DW Türkçe: Eşinizi rahatça ve sıklıkla görüşebiliyor musunuz?
Şık: Ben onu haftada bir kez görebiliyorum. Ve iki ayda bir sadece bir saatliğine açık görüş yapabiliyoruz. Onun dışındaki görüşlerimiz haftada bir, kalın bir camın arkasında gerçekleşiyor. Aynı zamanda mektup alması veya mektup göndermesi yasak. Üç ay önce nihayet kitap verebildik. Daha önce sadece kütüphanedeki kitapları okuyabiliyordu. Bunun gibi pek çok kısıtlılığı var. Sonuçta tecrit bir insanlık suçu ve bu uygulamanın da uzun vadede insanların üstünde hem fiziksel hem psikolojik bir takım etkileri oluyor. Ve tabii ki bunun derhal tüm tutuklular için kaldırılması gerekiyor.
DW Türkçe: Eşiniz, kendisi gibi cezaevinde olan Raif Bedevi adına verilen Cesur Gazetecilik Ödülü’ne layık görüldü. Bu ödülün sizin için anlamı nedir?
Şık: Raif Bedevi tabi 10 yıllık bir cezaya mahkum oldu ve bir kırbaç cezası var. Oldukça zor koşullarda kalıyor. Ailesi ve çocuklarından ayrı olmak zorunda ve Cesur Gazetecilik Ödülü çok kıymetli bir şey. Ahmet bir meslektaşının söylediği gibi cesur olmanın yanında iyi de bir gazeteci. O anlamda Ahmet’i çok onurlandıran bir ödül de oldu. Kendisi gibi ağır koşullarda olan başka bir gazeteci adına ödül alıyor olmak, bir yandan göndermiş olduğu mesaj canını yaksa da onur verici bir şey olduğunu söyledi.
DW Türkçe: Dışardaki Gazeteciler İnisiyatifi olarak Ahmet Şık ve diğer tutuklu gazeteciler için şu anki hukuki süreçle ilgili en önemli şey nedir?
Şık: Aslında tüm tutuklu arkadaşlar ve Ahmet için şu aşamada en önemli şey AİHM meselesi. Türk hükümetinin 3 Ekim’e kadar Cumhuriyet gazetesi tutukluları için AİHM’e savunma vermesi gerekiyordu. 16 hafta savunma süresi verilen Türk hükümeti 6 hafta daha uzatma istedi ve AİHM üç hafta uzatma verdi. Yani 23 Ekim’e kadar. AİHM neredeyse 19 hafta süre vermiş oluyor. Burada kişisel hak ve özgürlüklerden bahsediyoruz. Burada Türkiye’de sanki yargı bağımsızmış, iç hukuk yolları açımış, bir hukuk devleti varmış gibi davranması aslında Türkiye’deki hukuksuzluğun yeniden üretilmesine neden oluyor. Bu arada hükümetin 24 Ekim’e kadar Deniz Yücel için de AİHM'ye bir savunma vermesi gerekiyor. Diğer yandan Nuriye ve Semih ile Barış Akademisyenleri'nin başvurusu AİHM'de kabul görmemişti. Sonuçta Türkiye bir hukuk devleti değil, bu çok açık bir şey. Bu nedenle siyasi nedenlerle cezaevinde bulunan kişilerin birer siyasi rehine olduğunu tekrar ve tekrar hatırlatmak gerekiyor. O ülkede gazetecilik adına, basın ve ifade özgürlüğü adına mücadele veren kurumlar var, siyasi partiler, platformlar, kişiler var. Ve onların bir şekilde desteklenmesi gerekiyor. AİHM burada tercihini, evrensel hukuk değerlerinden olan kişisel hak ve özgürlüklerden yana kullanmadığını görüyoruz, ne yazık ki. Biz bir siyasi karar değil, hukukun işlemediği bir ülkeye yönelik birtakım mekanizmaların geliştirilmesini ve buna yönelik bir karar alınmasını bekliyoruz.
Söyleşi: Başak Demir
© Deutsche Welle Türkçe