Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye'nin birbirleri hakkında konuşmayı bırakıp birbirleriyle konuşması fena bir şey değil. Ancak bu, Brüksel'de yapılan Türkiye-AB Üst Düzey Siyasi Diyalog Toplantısı'nın, daha çok ilişkilerin enkaz alanında sendeleyerek yapılan ortak bir gezintiyi andırdığı gerçeğini saklayamıyor.
Ne yazık ki son dönemde bu ilişkileri "açık kapı" ve "kapalı kapı" opsiyonlarına indirgemek biraz moda oldu. Tabii ki burada söz konusu olan Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakereleri.
Müzakereler resmi olarak sona erdirilsin mi?
Son dönemde Erdoğan hükümetinin AB'nin giriş kapısından kaçarcasına uzaklaştığını inkâr etmek neredeyse imkansız. Üyelik müzakereleri zaten fiili olarak dondurulmuş durumda. Aslında şimdi cevaplandırılması gereken tek bir soru kaldı: AB kapıyı Türkiye'nin yüzüne resmen çarpacak mı, yoksa böyle bir adım atmamayı mı tercih edecek?
Şu an Avrupa fazla ses getirecek bir adım atacak gibi görünmüyor. Ama AB tarafı Brüksel'deki buluşmada örneğin gazetecilere yönelik kitlesel tutuklamaları Türk siyasetçilerin yüzüne vurmaktan da çekinmedi.
Avrupa'nın, artık hiç gerçekleştirilmeyen ve aslında istemediği müzakereleri kağıt üzerinde sürdürme şizofrenisinden vazgeçmesi gerektiği, pek göz ardı edilecek bir argüman değil. Ancak müzakereleri tek taraflı kesmenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a tam da istediği propaganda başarısını altın tepside sunmak olacağı görüşü daha ağır basıyor. Zira bu durumda Erdoğan hem yandaşlarına hem de karşıtlarına "Bakın, AB sizi istemiyor!" diyebilecektir. Ama Avrupa'nın bu adımı, ülkeyi tek adam yönetimine götüren Erdoğan'ı gerçekten etkilemeyecektir, çünkü AB üyeliğini kendisi çoktan gözden çıkardı.
Gerçekten can yakan yollara başvurmak
O yüzden bakış açısını genişletmek ve Türk hükümetine gerçekten baskı uygulamayı mümkün kılacak yıllara başvurmak, AB için daha akıllıca bir karar olacaktır. Bu da ekonomik ilişkiler ile olur. Erdoğan yönetimine sürekli olarak, şu anki tutumlarının turistleri ve yatırımcıları korkutacağını hatırlatmak yeterli değil. Hukuk devletinin altının oyulması ile kendi bindikleri dalı kestiklerini hatırlatmak da yetmiyor. Zira ekonomik başarılar olmayınca zaten kutuplaşmış olan Türk toplumundaki hoşnutsuzluklar daha da büyüyecektir.
Ama AB sadece ikaz etmekten fazlasını da yapabilir. Erdoğan, AB'ye ihracatın daha kolay bir hale gelmesini istiyor. AB ise Türkiye ile gümrük birliğinin daha sıkılaştırılması için masaya oturup oturmamayı tartıyor. Ticaretteki kolaylıkların insan haklarına uyulması şartına bağlanması da Birliğin üzerinde düşündüğü opsiyonlardan. Bu kesinlikle yapılmalı! Birliğin elindeki "Gümrük Birliği" kozunu kullanması, üyelik müzakerelerini kesme yönündeki her tehditten daha etkili olacaktır. Ancak AB bu mükafatı Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çok kolay vermemeli. Hem kendi vicdanına hem de Türkiye'de AB'ye inancını yitirmemiş insanlara karşı sorumluluğu bunu gerektirir.
© Deutsche Welle Türkçe
Kai Küstner / ARD Brüksel