Yorum: Bu siyaset falan değil, düpedüz kötülük
22 Şubat 2021Bir anlığına partileri ve siyaseti unutun. Hayranlık duyduğunuz politikacılar varsa, onları unutun. Sadece iyilik ve kötülük kalsın geriye. Etrafınızda olan bitene her şeye bu tarif üzerinden bakın. Memleketteki mücadelenin kötüye karşı iyinin mücadelesi olduğunu göreceksiniz. En güncel örneklerden başlayalım:
Nezarethanelerde, cezaevlerinde kadınları çıplak aramak.
Öğrencilere ters kelepçe takmak.
Temel hakkını kullanmak isteyenleri, mesela Boğaziçi Üniversitesi'nin kendisini devletle bir tutan rektörüne "Hayır" diyenleri darp etmek, tutuklamak.
İnsan kaçırmak.
İşkence yapmak.
Linç etmek.
Suçsuz insanları yıllarca hapiste tutmak.
Aileleri, görüş günlerinde her hafta yüzlerce kilometre ötedeki hapishanelere gitmeye mecbur bırakmak.
"Barış" diyenin tepesine binmek.
"Barış" diyen akademisyenleri ihraç etmek, yargılamak.
Yaşam hakkını savunan doktorları soruşturmalarla bezdirmeye çalışmak.
Nefrete karşı tavır alanlar hakkında, paylaşımlarıyla ilgili halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettikleri iddiasıyla suç duyurusunda bulunmak.
Bu suç duyurularıyla iktidara yağ çekmek, makam ve mevki peşinde koşmak.
Öğrencileri "başı ezilmesi gereken zehirli yılanlar" olarak tanımlamak.
Meydanlarda evladını gaz fişeğiyle kaybetmiş acılı anneyi yuhalatmak.
Polisin gaz fişeğiyle öldürdüğü çocuğun ablasını yıllar sonra keyfi şekilde alıp, günlerce gözaltında tutmak.
Daha geriye gidelim, Roboski'de sürekli Irak'a gidip gelen ve ticaret yapan insanları bir gece bombalamak, sonra da yakınlarına "Tazminat vereceğiz ya, daha ne istiyorsunuz" demek.
İnsanların yaşam hakkını elinden alan suçluları korumak, kollamak.
Kamunun malını, suyunu, toprağını, "milletin …. koyacağız" diyenlere peşkeş çekmek.
Rantla ayakta kalınabildiği için, mesela madencilik söz konusu olduğunda, insanların özel mülklerine bile el koyulmasına yol açacak kanunlar yapma girişiminde bulunmak.
Bütün bunları ideolojik olarak bağlı olduğu liderin peşinden giderek hoş görmek, yok saymak.
"Var" diyene, kürsüde, sokakta, sosyal medyada saldırmak.
Gazetecileri davalarla yıldırmaya çalışmak.
Mafyaya prim vermek, meydanı bırakmak.
Korku salmak.
Bunlar hep kötülük.
Soma'da atılan tekmede de kötülük var. Çorlu tren kazasında oğlu Arda'yı kaybeden Mısra Öz'e açılan davanın ardında da. Osman Kavala'yı yıllardır hapishanede tutmak da kötülük, 6 milyon oyla meclise giren eski HDP milletvekillerini cezalandırmak da. Ne olduğundan habersiz askeri öğrencileri darbe girişiminin baş sorumlusu gibi yargılamak da kötülük, darbe girişiminden istifade muhalif kim var kim yoksa tepesine çökmek de. İnsanların hapiste, bir sandalyenin üzerinde ölmesini beklemek de kötülük, buna ses çıkarmamak da. LGBT+ bireylere sapkın demek, hedef göstermek de kötülük, kadınları ve çocukları ev içi, aile içi şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek istemek de. Onyıllardır süren ve sonu gelmeyen bir çatışmada can verenleri siyaseten araçsallaştırmak, bunu yapmaktan mutluluk duymak da kötülük, bunda hiçbir sorun göremeyecek kadar körleşmek de.
Bugün "İyiyle kötünün arasındaki mücadeleyi anlamak için nereye bakmalıyız" diye soracak olursanız, en kestirmeden Ömer Faruk Gergerlioğlu örneğine bakmanızı öneririm. Memleketimizin maalesef sonsuza kadar uzayacak bu kötülük listesinde yer alan her bir meseleye zaman ayırıp, her bir hak ihlaline karşı derinlemesine bilgi toplayan, mağdurlarla teker teker konuşan, onların hikâyelerini kendi mecrasında anlatan milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nu hapse atmak istemek de kötülük. Ömer Faruk Gergerlioğlu, HDP milletvekili, ama bu işleri yaparken partililik vs. gözetmiyor. İyilik ve kötülük üzerinden, vicdan üzerinden, adalet üzerinden hareket ediyor. Tüm engellemelere rağmen, tehditlere rağmen kötülükleri ifşa etmeyi sürdürdüğü için de susturulmak isteniyor.
Sonra bir de Özlem Zengin var, AKP'li milletvekili, partisinin başörtülü ilk grup başkanvekili. Daha önce Ülke TV'de bir yayınına konuk olmuştum, farklı görüşlerimizi sakin bir şekilde dile getirmiştik. Siyaset sahnesinde bugün artık o sükunette olmadığını görüyorum. Hukuk okumuş olan, avukat Özlem Zengin ama meselelere bugün sadece partisinin sıralarından, o zaviyeden bakıyor. Bir kadın, ama başka kadınları, üstelik başka konularda olsa da, kendisi gibi haksızlığa uğramış kadınları başkalaştırabiliyor, bunu yaparken "onurdan, adaletten" söz edebiliyor. Feminist mücadeleyi tanımıyor, tanımak da istemiyor, sadece kendisinin başörtüsü mücadelesinden söz ediyor, o mücadele yıllarında, sol yumruklarını kaldırmış onca insanın, o kadınların, öğrencilerin yanında durduğunu hatırlamıyor bile. Kadın hakları meselesinin başörtüsüyle kamusal alana dahil olmakla bittiğini düşünüyor. Yaptığı konuşmalar, "biz ve bunlar" ayrımı, hepsi bunu gösteriyor.
Adaleti simgeleyen tanrıça Themis'in gözleri boşuna kapalı değil. Elindeki terazi de parti falan tanımıyor. Kötülüğü ve iyiliği tartıyor.
Banu Güven
© Deutsche Welle Türkçe