Geçtiğimiz Mart ayında bir önceki Merkez Bankası (MB) Başkanı Naci Ağbal ansızın bir gece yarısı yayınlanan kararname ile görevde alınmış ve yerine şimdiki Başkan Şahap Kavcıoğlu atanmıştı. Bu değişimden sonra finansal piyasalarda büyük çalkantılar yaşandı. 7,20 lira seviyesinde seyreden dolar hızla 8,80'lere kadar yükseldi. Başkan değişimin dışında başka bir değişikliğin olmadığı bu süreçte, ekonomik göstergelerde, özellikle döviz kurlarında meydana gelen değişimin tek gerekçesi, başkan değişimi ile birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ekonomi kuramlarında karşılığı olmayan "faiz sebeptir enflasyon sonuçtur" iddiasının da yeni MB yönetimi tarafından para politikası kararlarını alırken dikkate alacakları beklentisiydi. Diğer bir ifade ile yeni yönetimin politika faiz oranlarında erken ve hızlı bir faiz indirimine gitmesi endişesi kurları yukarı yönlü hareketlendirmişti.
Ancak yeni MB yönetimi bu anlamda Erdoğan'ın beklentisini karşılayacak kararlara henüz imza atamadı. Çünkü yükselme eğilimine giren enflasyon çok ciddi bir sorun olarak karşılarında duruyor. Enflasyonun yükseldiği bir dönemde faizlerde yapılacak bir indirimin ne tür sonuçlara yol açacağı biliniyor. Bu nedenle "faizleri indirmesi talimatı" ile göreve geldiği düşünülen yeni Başkan da çaresiz bir şekilde faizleri bir önceki Başkan Ağbal'ın yükseltmiş olduğu yüzde 19 seviyesinde tutmaya devam etti ve yaptığı açıklamalarda "enflasyonun altında bir faiz" uygulamayacaklarını da sıklıkla ifade etti.
Bu hafta başında TÜİK tarafından açıklanan Temmuz ayı enflasyon verileri, resmi tüketici enflasyon verisi ile MB politika faiz oranı arasında bir farkın kalmadığını gösterdi. Temmuz ayı sonu itibariyle yıllık enflasyon, ilginç bir biçimde yüzde 18,95 seviyesinde açıklandı. Politika faiz oranı ise yüzde 19. Bu veriler bize gösteriyor ki MB taş ile kayanın arasına sıkışmış durumda.
Erdoğan'ın faiz indirimi ısrarı
Tüm bu göstergeler gün gibi ortada iken, Çarşamba akşamı bir televizyon programına katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, faiz ve enflasyon ilişkisi konusundaki, yanlış olduğu herkes tarafından bilinen görüşlerinde hâlâ çok ısrarcı. Bu görüşlerinin hayata geçirilmesi için MB'den bir beklenti içinde olduğunu, "ben de sinyalimi belli yerlere vermiş oluyorum" diyerek açıkça ifade etti. "Ağustos enflasyon verileri açıklandığında enflasyonun düştüğünün görüleceğini" söyleyen Erdoğan, MB'nin faiz indirimlerine gitmesi gerektiğini ima etti.
Bu açıklamaların etkisini anında döviz kurlarında gördük. Bir süredir düşme eğiliminde olan dolar ve avro, yeniden yükselişe geçti. Bu yazının yazıldığı saatlerde dolar 8,54 seviyesinin üzerinde işlem görüyor.
Öncelikle Ağustos ayı sonunda enflasyonda bir düşüş olması normal koşullarda mümkün değil. 12 aylık olarak hesaplanan yıllık enflasyonun düşmesi için Ağustos'ta TÜFE'nin aylık olarak yüzde 0,86'dan daha düşük "açıklanması" gerekir. Çünkü geçen yılın Ağustos ayı verisi buydu. Bu mümkün olamayacağına göre, enflasyonda baz etkisi kaynaklı bir gerileme söz konusu olmayacak. Yurtiçi üretici fiyat enflasyonunun yüzde 44,92 olarak açıklandığı bir dönemde, üreticilerin maliyet artışlarını fiyatlara yansıtmadan faaliyetlerine devam etmeleri mümkün görünmüyor. TÜFE'nin düşük çıkmasının tek yolu TÜİK'in "düşük bir veri açıklaması" ile mümkün. Eğer böyle bir veri açıklayacak olurlar ise bu da zaten itibarı ciddi şekilde zedelenmiş olan TÜİK'in çok zor durumda kalmasına yol açar.
Şimdi ne olacak?
Erdoğan'ın sadece kendisinin inandığı ve etrafındakilerin itiraz bile etmeye cesaret edemedikleri "faiz sebep, enflasyon sonuçtur" görüşünün MB Para Politikası Kurulu tarafından karşılık bulması mevcut enflasyon verileri ve beklentileri çerçevesinde söz konusu dahi olamayacaktır. MB'nin 2021 yılı sonuna kadar bir faiz indirimine gitme ihtimali bulunmuyor. Ama MB eğer olur da Erdoğan'ın baskılarına direnemez ve faiz oranlarında hızlıca bir indirime gider ise bunun başta kurlar ve enflasyon üzerinde çok olumsuz etkileri olur. Zaten uzun süreden beri devam etmekte olan ekonomik kriz derinleşir. Ancak ben faiz indirimine gitmenin mümkün olmadığı görüşümde ısrarcı olduğumu tekrar belirtmek isterim.
Ancak bütün bunlara rağmen Erdoğan'ın yanlış görüşünde ısrarcı olması ve bunun karşılık bulması için MB'ye işaret etmesi, sahip olduğu yönetim anlayışının bir sonucu: "Bildiklerim, yaptıklarım doğrudur. Eğer işaret ettiğim sonuç ortaya çıkmıyorsa bu benim hatam değildir. Çünkü benim bildiğimden başka doğru yoktur."
Bunun örneklerini son birkaç haftadır ülkede yaşanan felaketler karşısında takındığı durumda da görüyoruz. Önce Rize'de selden etkilenen vatandaşlara çay poşetleri atan Erdoğan, gelen tüm eleştirilere karşın aynı tutumunu Marmaris'te yangın felaketinde zarar görenlere karşı da sürdürdü. Bu da gösteriyor ki kendi bildiğinden asla geri adım atmıyor, bunların olası olumsuz sonuçlarını hiç dikkate almıyor, yapılan eleştirileri umursamıyor. Mevcut yönetim sistemi çerçevesinde Erdoğan'ı buna zorlayacak bir mekanizma da bulunmuyor. Meclisin işlevsiz hale geldiği, devletin kurumsal kapasitesinin ciddi şekilde erozyona uğradığı, denge mekanizmalarının olmadığı bu modelde, Erdoğan'ın yanlışta ısrar etmesini önlemek de mümkün değil.
Türkiye'nin ekonomik ve diğer tüm alanlarda karşılaştığı sorunların temelinde de "en doğruyu ben bilirim, başkalarının ne düşündüğünün önemi yoktur" anlayışının varlığı ve bunu engelleyecek mekanizmaların bulunmaması yatmakta.
Coğrafya kader midir bilemem, ama yönetim modelinin kader olmadığı açık.
Yalçın Karatepe
©️ Deutsche Welle Türkçe
Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne görev yapmaktadır.